Vietnam macerası

Kuzeyin yıldızı Hanoi

user comments
Hanoi Saygon’a pek benzemiyor. Saygon daha ticari, sanki daha modern, kolonyal bir havası yoğun.

Vietnam’ı güneyden kuzeye gezerken sevecek, şaşıracak, unutamayacak çok şey gördük. Her şehir kendi hikâyesini fısıldadı bize. Ama Hanoi’ye vardığımızda, artık o hikâyenin kalbine geldiğimizi hissettik.

Tarihin yönünü değiştiren olaylara tanıklık etmiş bir şehir burası. Başkent Hanoi, Vietnam kültürüne hızlı bir giriş gibi, yemekleriyle, ritüelleriyle, tarihiyle bu ülkeyi anlamanın en saf başlangıcı. Sokaklarında dolaşırken gözünüze çarpan her detay size Vietnam’ın yaşayan ruhunu anlatıyor. Geleneksel konik şapkalarını (nón lá) takmış insanlar telaşla bir yerlere yetişiyor; şehir sürekli hareket halinde, tıpkı tarihi gibi.

Hanoi, Saygon’a pek benzemiyor. Saygon daha ticari, daha batılı; Hanoi ise geçmişin gölgesinde yaşayan bir şehir. Fransız kolonyal mimarisiyle, dar sokaklara sinmiş tarih kokusuyla bambaşka bir atmosfer sunuyor. Karmaşası en az Saygon kadar ama daha ölçülü, daha düzenli.

Eski Mahalle (Old Quarter), yaşamın kaldırıma taştığı, renklerin birbirine karıştığı yer. Kaybolmak kolay, ama bu şehirde kaybolmak da bir tür keşif. Zaten Hanoi’nin ruhu biraz da bu kayboluşlarda saklı. Her biri bir zamanlar satılan ürünlere göre adlandırılmış 36 lonca sokağı, hâlâ o geleneği sürdürüyor. Her sokak, farklı bir koku, başka bir renk, değişik bir sesle karşılıyor sizi.

Akşam olunca şehir yeniden canlanıyor. Sokak lambalarının altında kızartılan etlerin, taze otların, baharatların kokusu motosiklet dumanına karışıyor. Bu karışım, Hanoi’ye özgü bir baş dönmesi yaratıyor. Zaman, burada yavaş akıyor gibi görünse de şehir durmaksızın değişiyor. Modern binalar gökyüzüne uzanıyor, ama kaldırımlar hâlâ binlerce yıllık geçmişin izlerini taşıyor.

Hanoi, geçmişle bugünün, sessizlikle kaosun iç içe geçtiği bir şehir. Ve her köşesinde şu hissi bırakıyor insanda: Vietnam, ne olursa olsun, köklerinden kopmadan yenilenmeyi biliyor.

Opera binasının aynı zamanda tur otobüslerinin yolcularıyla buluşma merkezi
Hanoi Opera Binası Fransız sömürge günlerinden güzel bir hediye. Binanın önü aynı zamanda tur otobüslerinin yolcularıyla buluşma noktası.

Burada her yer bir diğerine yürünecek kadar yakın… ama yürümek sanıldığı kadar kolay değil. Kaldırımlar scooterlarla, tavuklarla, sokak satıcılarıyla dolu; kısacası hayatın kendisi kaldırımlara taşmış durumda. Her köşe başı, küçük bir sahne gibi. Yaya olmak genellikle yola çıkmak anlamına geliyor.

Karşıdan karşıya geçmek ise adeta bir milli spor. İlk başta korkutucu, ama birkaç denemeden sonra bu trafiğin gizli bir ritmi olduğunu anlıyorsunuz. Sadece adım atmak yeterli; gerisini motosikletliler hallediyor. Her biri, bilgisayar oyunlarında engelleri ustalıkla aşan oyuncular gibi etrafınızdan süzülüyor. Üzerinize doğru gelen o motosiklet selini görünce paniğe kapılmamak şart çünkü trafik, görünmez bir enerji akışı içinde sizi incitmeden etrafınızdan akıp gidiyor.

Bu kaotik düzeni anlamanın tek yoluysa kendinizi ona bırakmak. Haritayı bir kenara koyup rastgele bir sokağa sapmak yeterli. Burnumuzu pusula yaparak ilerliyoruz. Kızarmış hamur, taze otlar ve kömür ateşinin dumanı karışıyor havaya. Gelen kokular yönümüzü belirliyor. Bir sokakta durup atıştırmalık bir şeyler yiyoruz; sonra pazarların derinliklerine inip ticaretin ritmine kapılıyoruz.

Bir anda karşımıza yüzyıllık bir pagoda çıkıyor, bir diğer köşede Fransız kolonyal binaların gölgesine sığınıyoruz. Her adımda zaman değişiyor; bazen geçmişin ortasındayız, bazen bugünün karmaşasında.

Akşamüstü olduğunda ise şehir nefes alıyor. Küçük plastik taburelere oturmuşuz, elimizde yerel biralarımız Bia Hơi. Motor sesleri, kahkahalar ve müzik birbirine karışıyor. O an fark ediyoruz: Saygon’un kaosu artık bizi yormuyor. Biz o karmaşanın bir parçası olmuşuz.

user comments
Şehrin huzur mekanı Hoan Kiem Gölü

Hanoi’de sokak yemeklerinden kaçmak mümkün değil zaten neden kaçasınız ki? Her köşe başında, her kaldırımda bir tezgâh sizi çağırıyor. Gözünüze kestirdiğiniz yere girin, gerisi kendiliğinden geliyor.

İlk durak, Vietnam mutfağının simgesi: Pho. Adına ister çorba deyin, ister sabırla pişen bir gelenek; Hanoi’de Pho yemeden (ya da içmeden) dönülmez. Buharı burnunuza gelir gelmez anlıyorsunuz, bu sadece bir yemek değil, bir kültür.

Kahveye meraklıysanız, yumurtalı kahve (Cà phê trứng) deneyin. Evet, içinde gerçekten yumurta var. Ama düşünmeyin, sadece için. Köpüğü tatlı, dokusu kadifemsi; soğuk bir günde içilen en ilginç kahve deneyimlerinden biri.

Birden fazla tat denemek istiyorsanız, küçük porsiyonlar söyleyin. Hanoi mutfağı paylaşarak yaşanır. Yanına mutlaka dünyanın en ucuz biralarından biri olan Bia Hơi’den alın ferahlatıcı, hafif, neredeyse su gibi içilir.

Akşamı bitirmek için yönünüzü Beer Corner’a çevirin. Turistlerin, yerlilerin ve müziğin karıştığı o köşe, Hanoi’nin gece ruhunu en iyi anlatan yerlerden biri. Plastik bir sandalyeye oturun, biranızı yudumlayın, etrafı izleyin. Şehrin karmaşası artık size huzur verecek. Çünkü burada insanları izlemek bir alışkanlık değil, bir ritüel.

Cho Hom Pazarı’na uğramayı da unutmayın. Baharat kokuları arasında, renk renk kumaşların arasında kaybolun. Satıcılar pazarlığı bir sanat haline getirmiş; onların enerjisine kapılmamak imkânsız. Birkaç hediyelik alın, pazarlık etmeyi deneyin bu, Hanoi’de bir tür kültürel katılım sayılır.

Fransız Mahallesi’nde ise kentin daha sakin, rafine bir yüzü sizi bekliyor. Burada iki müze özellikle dikkat çekiyor: Ulusal Vietnam Tarihi Müzesi ve Vietnam Kadın Müzesi. İlki ülkenin karmaşık geçmişini anlatırken, ikincisi Vietnamlı kadınların toplumdaki güçlü rollerini sergiliyor.

snapshot 206a
Yeşim Adası kırmızı Húc köprüsü ile karaya bağlanıyor. Bu noktaya turistlerin Instagram cenneti de diyorlar…

Eski Mahalle’nin hemen güneyinde yer alan Hoan Kiem Gölü, Hanoi’nin kalbi sayılıyor. Kalabalıktan kaçmak isteyenlerin sığındığı bu göl, şehrin çılgın temposuna kısa bir ara veriyor. Özellikle hafta sonları, göl çevresi hem yerel halk hem de turistler için buluşma noktası. Kimileri sabah yürüyüşüne çıkıyor, kimileri Tai Chi yapıyor, kimileri ise sadece gölün durgun yüzeyinde yansıyan bulutları izliyor.

Hanoi’nin karmaşık sokaklarında yönünüzü kaybederseniz, Hoan Kiem Gölü iyi bir referans noktası. Buraya geldiğinizde, şehirde kaybolduğunuz huzuru yeniden buluyorsunuz. Edebiyat Tapınağı gibi sakin duraklarla birlikte, göl çevresi Hanoi’nin ruhuna nefes aldıran sükûnet alanlarından biri.

Gölün ortasında zarif bir siluet gibi duran Thap Rua (Kaplumbağa Kulesi), Hanoi’nin simgelerinden biri. Kırmızı köprüyü geçince karşınıza çıkan Ngoc Son Tapınağı ise bir başka hikâye anlatıyor. Tapınağın içinde sergilenen dev kaplumbağa, efsaneye göre Vietnam’ın bağımsızlık mücadelesinde büyük rol oynayan kutsal bir varlığın hatırası. Şehir, tarihini efsanelerle örmeyi çok iyi biliyor.

Gölün etrafında yürürken, bir yanda kuş sesleri, diğer yanda uzaktan gelen motosiklet uğultusu… Hanoi’nin hem karmaşık hem huzurlu olabilme hâli burada en net hissediliyor.

Ve sonra kendinize şu soruyu soruyorsunuz:
Bu çılgın tempoya kapılıp kaosun büyüsüne mi teslim olmalı, yoksa sakin köşelere çekilip şehri uzaktan mı izlemeli?

Aslında fark etmiyor. Hanoi’yi sevseniz de, ondan kaçmak için gün saysanız da sonuç aynı: Bu şehirle ilk tanışma anınız aklınızdan çıkmayacak.

ARŞİVDEN SEÇMELER...
Çölde bir gece

Uzak gökler altında yaptığım bu yolculuğun heyecanı diğerlerine benzemiyordu. Saatlerce yol aldım.

Önce gezginim

Gördüklerimi not alırım. Her anın güzelliğini o anı yaşadıktan hemen sonra bir yerlere kaydetmek gerekir.

İstanbul’u dinliyorum

Eski İstanbul’a dair anılarını duymak istediğim kişilerden biri de meslek büyüğümüz Hasan Pulur'du.

Madem yalnız değiliz

Okyanus kenarında, karanlık bulutların altında bir sahil. Görüntü varla yok arasında, hisler dorukta.

Önce gezginim

Gördüklerimi not alırım. Her anın güzelliğini o anı yaşadıktan hemen sonra bir yerlere kaydetmek gerekir.

Başka Şehirler
Dear Istanbul
remzi gokdag

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve gezgindir. Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

1 bir kişi yeter remzi gokdag

Bir Kişi Yeter

Kalabalığın ortasında kaybolmak, yalnız kalmaktan çok daha tehlikelidir. Yalnızlık bize aynalar gösterir; kalabalık ise sadece maskeler dağıtır…
2 Remzi Gökdağ

Hüznün fotoğrafı

İstanbul'a akşam çökmektedir. Minarelerin suya düşen gölgeleri kaybolurken bir adam belirir. Rıhtımdaki sandalyelere kamerasını doğrultur ve basar deklanşöre. Karanlık yoğunlaşır, adam, sandalyeler,…
3 Remzi Gökdağ

Bu da Benim İstanbul’um…

Şehir sadece haritalarda değil, hafızalarda da var olur. Her adım bir anıyı, her köşe bir hikâyeyi çağırır. Herkesin kendine sakladığı bir İstanbul…
4 Remzi Gökdağ

Kendi Rotanı Takip Et

Bazen unutulmuş bir anı rotanızı baştan sona değiştirebilir. Önemli olan, iç sesinizi takip etmek ve seyahate kendi kişisel dokunuşunuzu katmaktır…
5 Rubulhali çölü

Kumun Atlantis’i

Bazı yerler coğrafi bir bölge olmanın ötesine geçip ruhun derinliklerine işleyen birer sembole dönüşürler. Rubülhali Çölü bunlardan biridir. "Boşluk" anlamına gelen ismiyle…
6 Remzi Gökdağ

Tutkunla Var Ol

Yaşamın özü, gözümüzü biraz olsun açıp, küçük anların içinde saklı olan büyük anlamı fark edebilmektir. Bu basit ama derin hakikat, hayatın en…
8 kaybolan sehir

Unutulan Şehrin İzinde

Bazen hayat en güzel sürprizlerini bir kitabevinin rafında saklar. Yan yana duran iki kitap, aslında yıllar öncesinden başlayan bir dostluğun sessiz tanığı…
9 ölü internet teorisi 1

İnterneti Robotlar mı Yönetiyor?

İnternet, bir zamanlar özgür fikirlerin, insan yaratıcılığının ve sınırsız bilginin merkeziydi. Oysa bugün, çevrimiçi dünyanın perde arkasında görümez, gizli bir ordu var.…
10 Remzi Gökdağ

İnterneti Zehirleyen Azınlık

Sosyal medyada gördüğümüz öfke ve kutuplaşma, toplumun gerçek sesi değil; küçük bir azınlığın gürültüsü. Algoritmalar bu aşırı sesleri öne çıkarıyor, makul çoğunluğu…
angkorwat
Önceki Yazı

Angkor Wat

Remzi Gökdağ
Sonraki Yazı

Tesadüfler kaderimiz mi?