Dün eve dönerken o yolu kullanmasaydın hayatın ve pek çok kişinin yaşamı değişir miydi? Son anda kaçırdığın asansör dünyayı şekillendirebilir mi?
Şans, kader, kısmet yazımda hayatın anlamını biraz kurcalamış beni aşan yanıtsız soruların içinde kaybolmuştum. Hazır açılmışken devam edip biraz daha derinlere dalmanın bence bir sakıncası yok.
Kadere, kısmete, fala, duaya inanan bir milletiz. Farklı toplumlar bunları farklı yorumluyor. Bilim bunlara kelebek etkisi, kaos teorisi, paralel evrenler falan diyor.
Kötü olaylar hayatımızı karartırken aynı olaylar ilerde bizi aydınlatabiliyor. Trafikte neden olduğumuz bir kaza o günkü bütün güzel hayallerimizi dibe çekerken gelecekte göremeyeceğimiz bazı olumlu gelişmelere neden olabiliyor.
Olasılıkların sonu yok
Hiç görmediğimiz ve asla göremeyeceğimiz olası yaşamlar… Son saniyede kaçırılan metro ya da kapanan asansör kapıları önünde farkında olmadan verdiğimiz anlık kararları görmezden geliyoruz. Bu şaşırtıcı gerçeği günlük rutinlerimizde nedense hep unutuyoruz.
Hayatımızı kendi seçimlerimizle yönlendiriyor, aldığımız kararla geleceği kuruyoruz. Ya da öyle olduğunu sanıyoruz.
Hakem, başlama vuruş için yazı tura atışı yapıyor. O para evreni ikiye bölüyor. Birinde yazı diğerinde tura geliyor. Bunun görsel örneği No Country for Old Men (İhtiyarlara Yer Yok) filmindeki Anton Chigurh’un (Javier Bardem), geveze bir benzin istasyonu görevlisinin kaderini belirlemek için yazı tura sahnesidir ve benim için de unutulmazlar arasındadır. Bir evrende benzin istasyonundaki adam ya da Schrödinger’in kedisi deneyindeki kedi yaşıyordur, diğerinde ölmüştür. Sliding Doors adlı filmde olduğu gibi… O treni kaçırıp, sevmediğiniz işte çalışmaya, problemli ilişkinizle mutsuz bir şekilde yaşamaya devam edersiniz, çünkü paralel evreni birkaç saniyeyle kaçırmışsınızdır ya da tam tersi…
Her anımız böyle olasılıklarla dolu ancak evrenin bu değişmez kuralını sorgulamak bile akıl sağlığımızı bozabilir. Seni o seçimlere yönlendiren durumları fazla kurcalamadan yoluna devam ediyorsun ama ne yaparsan yap hayat seni götüreceği yola sokuyor ve yüzleşmekten kaçtığın ne varsa yolun bir dönemecinde karşında buluyorsun.
Geçmişte hiçbir şeye dokunma!
Zamanda yolculuk konulu filmlerinin hepsinde “Geçmişte hiçbir şeye dokunma!” uyarısı vardır. “Geçmişle oynama…” sözü her seferinde ezilmiş bir böceğin bile geleceği geri dönülmez bir şekilde değiştirebileceği fikrini hatırlatıyor. Bir kelebeğin çırptığı kanatların yarattığı türbülans başka bir kıtada kasırgaya neden olabiliyor. Bazıları buna kaos teorisi diyor…
Evrende her şey birbiriyle bağlantılıdır, başlangıçta olabilecek küçük farklılıklar zamanla büyük etkiler yaratabilir. Aslında bu bir teori değil defalarca kanıtlanmış bir gerçek.
Kelebek etkisinden ilham alarak hazırlanan her film, yazılan her kitap temel bir ders veriyor: Farklı bir hareket kendi varoluşumuzu silebilir. Geçmişteki küçük bir değişiklik bugünümüzü yaratıyorsa, bugünümüzün her anı da geleceğimizi yaratmıyor mu? Şu anda yaptığımız anlamsız bir hareket gelecekte bir savaşa neden olabilir mi? Belki de tarihin kilometre taşları bir anlam ifade etmeyen, önemsiz anlarda yazıldı. Kimsenin üstünde fazlaca düşünmediği böyle anlar o kadar çok ki…
Su akar yolunu bulur
Atatürk’ün 10 Ağustos 1915 günü Conkbayırı’ndaki çarpışmalarda bir şarapnel parçasının göğsüne saplanmasına cep saati engel olmuştu. Harp Okulu’ndan mezun olduğu 1904’ten itibaren bu saati kullandı. Cephede de cebinden çıkarmadı ama 10 Ağustos sabahı o saati sol cebine değil de sağ cebine koysaydı bugün nasıl bir dünyada yaşayacaktık?
Adını hiç duymadığımız bir Amerikalı memurun 1926 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde yaptığı balayı tatili dünyanın kaderine bir etkisi olabilir mi? Evet olabilir. O görevli yıllar içinde kariyerinde yükselir, doğru zamanda doğru kişilerin yanında olur ve o balayı tatilinden 19 yıl sonra ABD’nin Savaş Bakanı olarak görev yapar. Başkan’ın aklını çelen, bombanın Kyoto yerine Hiroşima’ya atılmasında kilit rol oynayan bu kişiye tarih baba fazla değer vermez, çünkü o, adı çoktan unutulmuş sıradan biridir. “Kyoto ya da Hiroşima, ne fark eder” demeyin? Savaş sonrasını şekillendirecek hassas dengeler farklı bir bugüne neden olabilirdi.
Tunus’ta kendini yakmaya karar veren bir sebze satıcısı farkında olmadan Ortadoğu’nun kaderini değiştirmedi mi? Trump’ın 2016’da başkanlığa aday olması Obama’nın 2011’de yaptığı bir şakadan kaynaklanıyor olabilir mi?
Sorular çok… Gelin biraz daha çoğaltalım ve konuya daha geniş açıdan bakalım. İnsanlığın gezegenimizde varoluş hikayesi mesela… Türümüz de bir dizi tesadüf sayesinde var olmadı mı?
O göktaşı dünyaya çarpmasaydı…
İki milyar yıl önce bir bakteri, çekirdeği olmayan bir hücreyle çarpıştı ve onun içine girdi. Hücre enerji üretmeye başladı. Yeryüzünde çiçeklerden, salyangoza, köpekbalığından insana karmakarışık yaşamı mümkün kıldı.
Yüz milyon yıl önce, bir canlıya bir virüs bulaştı ve yumurtlamak yerine doğurmamıza neden olan yapımız oluştu.
Altmış beş milyon yıl önce, bir asteroid dünyaya çarparak dinozorları yok etti ve memelilerin gelişmesine olanak sağladı.
Eğer asteroidin yönü biraz değişseydi, belki de insanlık olmayacaktı. Eğer o virüs o canlıya bulaşmasaydı insanlar yumurtalayacaktı…
Her şerde bir hayır vardır
Dünya ve hayatlarımız şans, olasılık ve kaos etrafında şekillendi, bu kural bugün için de geçerli. Girişte bahsetmiştim, Türkçe’ye Rastlantının Böylesi olarak çevrilen 1998 yapımı Sliding Doors bu konunun popüler bir Hollywood versiyornu… 2016 yapımı La La Land (Aşıklar Şehri) ve 1960’larda Çin’de genç bir kadının aldığı önemli bir kararın günümüze ulaşmasını anlatan 3 Body Problem (3 Cisim Problemi) gibi örnekler hep aynı konuyu işliyor.
Gerçek hayatta da sürekli “Rastlantının Böylesi” anlarını yaşıyoruz. Hayatımızın yönü, küçük ama tamamen tesadüfi diyebileceğimiz değişimlerle sonsuza kadar dallanıp budaklanıyor. Bu görünmez tesadüfler alternatif olası yaşamları belirliyor.
Hiç görmediğimiz ve asla göremeyeceğimiz olası yaşamlar… Son saniyede kaçırılan metro ya da asansör kapısı önünde verdiğimiz anlık kararları görmezden geliyoruz. Bu şaşırtıcı gerçeği günlük rutinlerimizde nedense hep unutuyoruz.
Varoluşumuzun kaotik karmaşıklığı
Fizik bilimiyle uğraşanlar evrenin bu şekilde işlediğini biliyor. Sosyal bilimlere kafası çalışanlar ise çoğunlukla bunu görmezden geliyor.
Gerçekle doğrudan yüzleşmek yerine sahte dünyalar yaratıyoruz. Büyük olayların büyük nedenleri olduğuna inanıyoruz. Komplo teorileri devreye sokup konuların içinden çıkamıyoruz. Küçük kararımızın geleceğe doğrudan etkisi olabileceğini sürekli görmezden geliyoruz. Varoluşumuzun kaotik karmaşıklığını anlamak yerine kontrolün bizde olduğuna inanıyoruz. Oysa dünya manipüle edebileceğimiz küçük değişkenler tarafından yönlendirilebiliyor. Bu durum da içinden çıkılmaz bir masalsı bir dünya yaratabiliyor.
Kısa kes, ne demek istiyorsun?
Dünya kanat çırpan bir kelebek tarafından yönlendiriliyorsa ve bir balayı tatili atom bombasının hedefini değiştirebiliyorsa o zaman biz niye kendimizi yiyip bitiriyoruz? İşi gücü bırakıp tatile çıkalım ya da evsizler gibi sokakta yatıp kalkalım…
Yok, bunu kastedmedim. Bazıları için kulaşa hoş gelse de bu tam karmaşaya davetiyedir. Ortada ne din kalır ne demokrasi… Kontrolden tamamen çıkarız ya da olmayan kontrolümüzü kaybederiz.
Demek istediğim şu! Sınavda başarısız olduğunda kendini suçlamaktan kurtul artık. Sen yapacağını yaptın çalıştın, emek verdin ama olmadı. Kabul et. İş görüşmesinde olumsuz bir yanıt aldığında yıkılma. Uçağı son anda kaçırdığında kahrolma. Devam et. Başarılarını gözünüzde daha az büyüt, başarısızlıklarında hayatını karartma…
Kontrolün sende olduğunu mu sanıyorsun
İç içe geçmiş, karmaşık bir dünyada yaşıyoruz. Çevremizde yeterince kaos var. Bu karmaşa içinde anlamsız, tesadüfi anların varlığını düşünmek faydalı olabilir. Bir gün unutursam kendime bir liste hazırladım.
Kendime notlar
- Her anı kontrol etme çalışıp büyük resmi kaçırıyorsun. Evrenin bir parçası olarak bu gezegende yer aldığın unutma.
- Kontrol odasında oturup hayatına yön vermekten vazgeç.
- Hayat su gibi akıp gidiyor, su gibi yolunu buluyor ya da önüne bir engel çıkıyor. Hiçbir şeyi tam anlamıyla kontrol etmeye gücün yok ama her şeyi etkilemeye muktedirsin.
- Başarı, kariyer, iktidar, para için sonu gelmez arayışları unut.
- Attığın her adım, aldığın her nefes değerli.
“Dünya benim tasarımımdır”
Kozmik tarihin doruk noktalarıyız. Var olmamız için gereken her şey oldu ve 13,7 milyar yıllık sürecin yaşayan örnekleri olduk.
İç içe geçmiş bir sistemde her eylemimizin öngörülemeyen bir etkisi var. Yani hiçbir şey anlamsız değil. Bu da derin bir gerçeği ortaya çıkarıyor. Yaptığımız her şey önemli.
Bu dünyada kendi varlığımı her zaman sorgulamaya devam edeceğim. Arthur Schopenhauer’ın şu sözünü aklımdan çıkarmayacağım: “Dünya benim tasarımımdır… İşte yaşam ve bilgiyle donanmış her şeye uygulanabilecek bir hakikat.”