İyi ya da kötü şansa, başarılara ve başarısızlıklara odaklanma eğilimindeyiz. Şu üniversiteyi kazansaydım bugün o şirketin yöneticiydim, o golü atabilseydim şu anda Real Madrid’deydim… Örnekler saymakla bitmez ama bir şeyi hep gözden kaçırıyoruz. Şu an buradayız ve hala nefes alıp veriyoruz. Bu gerçeği bir kenara not edin ve unutmayın. Çünkü bunun altında yatan nedenleri derinlemesine düşündüğünüzde karşınıza farklı bir tablo çıkacak.
Şans nedir, ne işimize yarar?
Öngörülemeyen ve kendi kontrolümüz dışında gelişen bir olaydan olumlu ya da olumsuz etkilendiğimizde şanslı ya da şanssız olduğumuzu söyleriz ama “şans” gerçekte nedir? Şanslıyım ya da şanssızım derken aslında neyi kastederiz? Ünlü filozoflar bu sorunun cevabını tarih boyunca düşünüp durmuş ve sonunda şansın üç çeşidi olduğuna karar vermişler.
Konjonktürel şans: Doğru zamanda doğru yerde ya da yanlış zamanda yanlış yerde olmak.
Sonuç şans: Belirli bir durumda kontrolümüz dışındaki faktörler nedeniyle iyi, kötü sonuçlar elde etmek.
Varoluşsal şans: Hayatta oluşumuzun tüm şanslı ya da talihsiz koşullarını kapsar. Doğduğumuz tarih dönemi, ebeveynlerimizin, geçmişin, genlerin ve karakter özelliklerimizin tamamı bu kavrama dahildir.
Hepimiz yaptığımız işi, becerilerimizi abartma eğilimindeyiz, oysa hiçbir zaman farkında olamayacağımız şans için minnettar olmamız gerekir.
Şansa bir örnek
1971 Noel arifesinde, Amazon ormanları üzerinde uçan bir uçağın içinde 17 yaşındaki Juliane Koepcke annesiyle birlikte Peru yağmur ormanlarındaki Pucallpa‘ya gidiyorlardı. Uçuşun bir saatten az sürmesi gerekiyordu. Kalkıştan yaklaşık 25 dakika sonra, 86 yolcu kapasiteli uçak bir fırtınanın içine girdi ve sallanmaya başladı. Tam o anda uçağın sağ kanadına şimşek isabet etti. Uçak parçalandı, Juliane’in kemerinin bağlı olduğu koltuk uçağın ana gövdesinden ayrıldı. Parçalanan uçak 3.000 metre yükseklikten düşüyordu. O an bayıldı. Ertesi sabah kendine geldiğinde kazadan kurtulan tek kişiydi, annesi de dahil olmak üzere 85 kişi kurtulamadı.
Juliane varoluşsal şansa sahipti. Kuşbilim araştırmacısı olan ailesi onu Amazon’da yetiştirmişti. Bölgeye ve doğasına yabancı değildi. Korkunç kazaya rağmen hayatta kalabilmek için 11 gün boyunca ormanda yol alabilme becerisine sahipti.
İnsanlar sahip oldukları herhangi bir başarıyla övünürken, esasen varoluşsal şansları için minnettar olmalılar. Çabalarının ve edindikleri becerilerin rolünü hesaba katmalılar ama şansın payını da teslim etmeleri gerekiyor. Bu tür tevazu kişisel düzeyde değerli bir hazine olabilir.
Juliane yağmur ormanlarına aşina olabilir, hayatta kalma becerileri güçlü olabilir ama şimşeğin isabet ettiği an o koltukta değil de yanda ya da bir öndeki koltukta otursaydı bugün bu hikayeyi bize anlatabilecek miydi?
Bir örnek de benden
1993 yılının soğuk bir kış akşamı Ankara’dan İstanbul’a otobüsle geliyordum. Ankara’daki yedek subaylık günlerimde İstanbul’a yaptığım sayısız yolculuklardan biriydi. İstanbul’a gidecek ilk otobüste yer buldum. Koltuğum, orta sıralarda koridor kenarıydı. Hareket ettikten bir süre sonra yanımdaki adam, en arka koltukta oturan arkadaşıyla yer değiştirip değiştiremeyeceğimi sordu. Kabul ettim ve en arka sıraya geçip oturdum. Bolu’ya yaklaşırken otobüs büyük bir gürültüyle sarsıldı. Bağrışlar çığlıklar, duman, barut kokusu… Bagaja yerleştirilen bir bomba patlamıştı. Terörün en yoğun olduğu, 90’ların en karanlık dönemiydi ve PKK her yerde rastgele bombalarını patlatıyordu. O bombalardan biri benim seyahat ettiğim otobüse denk gelmişti ama olaydan yara almadan kurtulan yolculardandım. Bunun nedeni yanımdaki o adamın teklifiydi. Bagajın tam üstünde bulunan yerimi arkadaşıyla değiştirmeseydim ambulansla hastaneye yetiştirilen yaralılardan biri olacaktım. O yolcu ve arkadaşı ağır yaralanmıştı.
Bu olayı hep düşünürüm. Buna benzer yüzlerce olayı düşündüğüm gibi. Her anımız sayısız tesadüflerle, bizim müdahale edemeyeceğimiz olaylarla şekilleniyor ve biz buna şans, kader, kısmet diyoruz. Olumlu durumlarda bu kavramları pek dile getirmesek de olumsuzluklarda şansımızı ya da kör talihimizi sorguluyoruz.
Kozmik şansa biraz saygı…
Bütün bunları yazmama bir belgesel neden oldu: UNKNOWN: Cosmic Time Machine
NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu‘nu (Jwst) fırlatmaya yönelik iddialı görevinin perde arkasının anlatıldığı belgeselde evreni anlama arayışımızdaki dev adım anlatılıyor.
Jwst şimdiye kadar yapılmış en güçlü uzay teleskopu. Evrenin en uzak noktalarına bakarak Büyük Patlama’dan sadece birkaç yüz milyon yıl sonra oluşmuş nesneleri görmemizi sağlayacak şekilde tasarlanmış. Belgeselde teleskobu yapan ve uzaya fırlatan mühendis ve bilim insanlarından oluşan ekip projenin perde arkasını konuşuyor. İşte o konuşmalardan birinde şansın önemi vurgulanıyor. Onca emeğin, paranın ve zamanın harcandığı projenin başarısız olması için yüzlerce neden vardı ama hiçbiri gerşekleşmedi. Bilim adamları bile bunu şansa bağlıyor. Proje başkanı şu cümlesi unutulmaz: “Bu projede çalışıp işin içinde şans olduğunu düşünmeyen her başarılı mühendis aptal ya da yalancıdır.”
Tesadüfleri kabul etmek ya da etmemek
Hepimiz, farklı sonuçlanabilecek olağanüstü bir dizi şans olayıyla ortaya çıktık. Bazılarımız yer ve aile bakımından büyük bir şansa sahipti, bazıları doğru zamanda doğru yerdeydi ya da tam tersi.
Aslında sahip olduğumuz ya da olamadığımız şansı derinlemesine düşünmek bizi çıkmaz yola sokabilir.
Gezegenimiz milyarlarca yıl boyunca tesadüfen istikrarlı olmasaydı, Dünya’daki yaşam ortaya çıkmayacaktı. Büyük patlamadan sonra her şeyin bir araya gelmesi yani akıl almaz madde-antimadde oranı ya da “kozmik şans” sayesinde gezegenimiz oluştu. Ve yine sayısız akıl almaz tesadüflerden sonra dünyada canlı türleri tutundu. Bu kozmik şans ya da ilahi tesadüfler insanoğlunun oluşumuna kadar zincirleme devam etti. Yani 66 milyon yıl önce bir asteroid dünyaya çarpıp iklimi değiştirmeseydi ve kuş olmayan dinozorları yok ederek memelilerin gelişmesine olanak sağlamasaydı, insanlık muhtemelen var olmayacaktı.
Elbette, bu olaylar zinciri gerçekleşmemiş olsaydı, iyi ya da kötü talihimiz üzerine düşünmek için burada olmayacaktık. Şu an yaşıyor olmamız sahip olduğumuz şansı derinlemesine düşünmek için yeterli değil mi? Şansın kırılganlığı nefes alıp vermemizi sağlamıyor mu? Kendimiz hakkında biraz tevazu gösterip hayata karşı minnettar olmamız gerekmiyor mu?
Yaşadığımız sürece karşılaştığımız kozmik şansın varlığını kabul etmek gerçekten ürkütücü ama aynı zamada umut verici. Masadayız ve bize dağıtılan kağıtlardan en iyi oyunu çıkartmak durumundayız.