‘Kayıp’ ve bulunanlar

Orman zamanla bölgeyi yeniden ele geçirdi ve kentsel alan kısa süre içinde yoğun bitki örtüsüyle kaplandı. Yıkılan kulelerin arasından ağaçlar yükseldi, gümüşi kökleri sütunlara ve duvarlara dolandı. Artık orman ve harabe birbirinden ayrılamaz hale gelmişti. Bu süreçte Angkor Wat terk edilmedi. Kompleks, 14. yüzyılın sonu ile 15. yüzyılın başı arasında Budist rahipler tarafından yeniden yapılandırılarak hac ziyaretleri için bir alana dönüştürüldü.
16. yüzyılın ortalarında Avrupalılar Angkor’a gelmeye başladı; önce 1555 civarında Portekizli tüccarlar, ardından da bölgede Katolikliği yaymak isteyen misyonerler. Portekizlilerden sonra İspanyol tüccarlar ve misyonerler geldi.
Angkor’un Cazibesi

Sonraki birkaç yüzyıl boyunca, Kamboçya Güneydoğu Asya’dan, özellikle de Müslüman Malaylardan ve Japon Budistlerden çok sayıda tüccarı kabul ettiğinden, Angkor yurtdışından gelen gezginler üzerinde manyetik bir çekim oluşturdu.
İspanyol ve Portekizlilerin varlığı azalırken Hollandalılar Kamboçya’da Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin bir merkezini kurdu. Angkor tapınağının ana girişinin duvarlarına boyanmış bir Hollanda gemisinin keşfi, yerel yaşam üzerindeki etkiyi kanıtlıyor.
Avrupalıların Angkor’a olan hayranlığı 19. yüzyılda had safhaya ulaşmıştı. Fransız kaşif ve doğa bilimci Henri Mouhot 1859 yılının sonlarında Londra Kraliyet Coğrafya Derneği’nin himayesi altında Angkor’u ziyaret etti. Mouhot, Avrupalı koleksiyoncular için bölgeden bitki ve hayvan örnekleri toplamak üzere köpeği Tine-tine eşliğinde Nisan 1858’de Bangkok’a doğru yola çıkmıştı. Angkor’da üç ay geçirdi, harabeleri keşfetti, tapınakların çizimlerini yaptı ve izlenimlerini günlüklerine kaydetti.
Mouhot’un çizimleri eşliğinde Angkor’un görüntüsü 1864 yılında yayınlandı ve Avrupa’nın dikkatini Kamboçya’nın antik başkentine çekti. 1867’de bir Fransız keşif heyeti, görünüşte Mekong Nehri’nin yatağını belirlemek üzere bölgeye geldi. Üyelerden biri Louis Delaporte adında gelecek vaat eden genç bir sanatçıydı. Delaporte’un Angkor’a ilişkin illüstrasyonları tapınakların Batı zihnindeki popülerliğini pekiştirmeye yardımcı oldu. Kamboçya sanatının reprodüksiyonları 1867 ve 1922 yılları arasındaki popüler Dünya Sergilerinde sergilendi. 1931 Paris Koloni Sergisi’nde Angkor Wat tapınağının bir kopyası dikildi.
Ormanın içindeki dev şehir

Bugün manzaraya yoğun bitki örtüsü hakim ve yüksekten bakıldığında Angkor tapınakları ormanla kaplanmış adalar gibi görünüyor. Kmer başkenti, 12. ve 13. yüzyıllardaki en parlak döneminde, burada gösterildiği gibi kentsel bir makro-kompleksti. Oyma ahşap saraylara ve görkemli bir şekilde dekore edilmiş tapınaklara ev sahipliği yapıyordu. Şehir surlarının ötesinde, sütunlar üzerinde yükselen konutlar pirinç tarlalarını, göletleri ve kanalları süslüyordu.
Adı “kutsal kılıç” anlamına gelen Preah Khan tapınağı, 1191 yılında Jayavarman VII tarafından babası Dharanindravarman II’nin onuruna inşa edilmişti. Büyük ölçekli yapının içi, avluları ve odaları birbirine bağlayan çapraz, labirentimsi geçitlerden oluşan bir ağdır.
Angkor Thom’un Güney Kapısı’na yaklaşırken yolun bir tarafında yüzleri buruşuk iblisler sıralanıyor. Onların karşısında bir sıra deva, yani iyiliksever Hindu tanrıları yer alıyor. Hem devalar hem de asuralar naga adı verilen bir yılanın sırtına tünemişler.
1200 yılı civarında inşa edilen Bayon tapınağı, yüz metre yüksekliğinde merkezi bir kule ile çevreye dağılmış 54 kuleden oluşuyor. Ormanın ortasında bir taş orman gibi. Bilim adamları eskiden kuleleri süsleyen yüzlerin Hindu tanrısı ve evrenin yaratıcısı Brahma’nın çeşitli yönlerini temsil ettiğini düşünüyorlardı. Bugün ise bunların Bodhisattva (Buda adayı) Avalokiteshvara’yı temsil ettiğine inanılıyor. Model olarak Kral Jayavarman’ın benzerinin kullanıldığı anlaşılıyor. Bölgeyi 1296 yılında ziyaret eden Çinli diplomat Zhou Da-guan, altınla kaplı kuleler; Buda’nın sekiz altın figürünün sıralandığı güzelce dekore edilmiş dış galeriler ve muhafazanın ana girişi olarak hizmet veren iki altın aslan heykeliyle çevrili altın bir köprü tarif etmişti. Bugün altın kaplamadan ya da altın heykellerden geriye hiçbir iz kalmamıştır.