TV’de şiddet

Ekranlardan fışkıran şiddet çocuklarımızın körpe ruhlarını sakatlıyor, kimi zaman ölümle sonuçlanan davranış bozukluklarına neden oluyor. Aileler çocuklarını koruyamıyor, RTÜK seyirci… Kanaat önderleri reklam verenleri göreve çağırıyor.

Adam televizyon stüdyosunda tavana bağladığı ilmeği boynuna geçirdi ve kendini boşluğa bıraktı; ipin ucunda sallanıyordu şimdi. Bu böyle bir süre devam etti; sonra onu indirdiler. Adam dipdiri, ayaktaydı. Zaten amacı intihar etmek değildi. Bir şovdu bu… Onu keşfeden özel bir televizyon kanalının gece haberlerinin konuğuydu adam. Asılıp da ölmeyen adamın “mucize”si ekranlara taşındı. Ratingler arttı. Resim seçici sık sık genç haber sunucusunun keyifli yüzünü getirdi ekrana.

Kendini asıp da ölmeyen adamı izleyenler arasında 11 yaşında bir çocuk da vardı. Yalova’daki evlerinde, bir kış gecesi izlediği bu görüntüler kanına girdi: “Ben de yaparım” dedi içinden. Ders çalışacağını söyleyerek odasına çekildi. O gece belki de bir başka “kahraman” bir başka televizyon programında elindeki şişleri yanağına batırıyordu.

Kaan, evde bulduğu bir ipi ranzasına bağladı, boynuna geçirdi. Ve kendini boşluğa bıraktı. Nefes alamadı, kurtulmak için çırpındı ama olmadı. Bir süre sonra odaya giren kardeşi Gaye, ağabeyinin cansız cesediyle karşılaştı.

Şiddetin her türlüsünün rating uğruna kullanıldığı sorumsuz, saygısız televizyon yayıncılığı bu sefer bir çocuğu ölüme sürükleyen kışkırtıcı rolünü oynamıştı. Kaan vakası ekranlardaki şiddetin çocuklar üzerindeki etkisinin çarpıcı bir örneği oldu.

Şiddet kültürü

Haber programları, filmler ve çizgi filmler çocukların körpe bilincini şiddet bombardımanına tutuyor. Televizyonla yatıp televizyonla kalkan zamanımızın çocukları bu şiddet görüntülerinden çeşitli biçimlerde etkileniyorlar. Kaan örneğinde görüldüğü gibi üzerlerinde deneyebiliyorlar ekranda gördüklerini. Ya da şiddeti kanıksamış, insanlar arasındaki ilişkiler de başvurulması olağan sayan bireyler olarak yetişiyorlar. Şiddetin kültürüyle aşılanıyorlar… Kaba güçle istenilenin elde edilebileceğini meşrulaştıran yıkıcı, anti-demokratik bir kültür bu…

Televizyonda şiddetin çocuk bilincindeki zararlı etkisi İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlilerinden Doç. Dr. Nurdoğan Rigel’in bu konudaki yakın tarihli bir çalışmasının sonucunda da ortaya çıkıyor. Doç. Rigel, çocuklardan televizyonda izledikleri haberlerin resmini çizmelerini istemiş. Sonuç hayli düşündürücü… Çocuklar sadece kan, bıçak, ceset, trafik kazası ve savaş resimleri yapmışlar. Olumlu anlam içeren tek bir resim çıkmamış ortaya. Sonuçlar bazı televizyon kuruluşlarına bildirdiğinde ise hiç de beklemediği bir tepkiyle karşılaşmış. Önce “Rating alacağız başka şansımız yok” demişler ve kendisini “sırça köşk’te oturmakla suçlamışlar.

RTÜK’ün araştırması. Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTUK) bir araştırmasına göre TV kanallarında günde ortalama olarak, yüksek dozda şiddet içeren 20 film yayınlanıyor. Araştırma 5 – 18 yaş grubundaki çocuk ve gençlerin haftada ortalama 30 saat televizyon seyrettiğini ve bu kitlenin televizyon izlediği saatlerin de yetişkinlerle paralellik gösterdiğini ortaya koyuyor. Çocuklar ağırlıklı olarak 17.00 – 21.00 saatleri arasında televizyon karşısında oluyor. Araştırmaya göre ekrandaki şidder yabancı sinema ve çizgi filmlerde yoğunlaşıyor.

Çocukları bu gibi programlara karşı korumak ilk bakışta anne – babanın görevi olarak görünüyor. Belli bir saatte çocuğu odasına kapatıp oyuncaklarıyla oynamaya zorlamak ise sarıldığı kadar kolay olmuyor. Şiddetin ana unsurlardan biri olduğu Türk televizyonlarında bu tür yayınlara rastlamak için çocuğun geç saatleri beklemesine de gerek yok aslında. Gün boyu yayınlanan haberler bile en kanlı filmleri aratmıyor. İşte bu noktada televizyonların sorumluluğu başlıyor. Ticari olarak bakıldığında şiddeti ana unsur yapan programlar prim yapıyor, kazandırıyor ama “Her prim yapan şey iyi midir?” sorusu da geliyor akla.

Aileler çocuklarını ekrandaki şiddetten koruyamıyor… Ekranda müstehcen görüntülere karşı çok duyarlı olan RTÜK nedense şiddet içeren programlara karşı, bunların geç saatlerde yayınlanması gibi bazı önlemler almaya zorlamıyor kanalları.

O zaman şiddet içeren programlar yayınlamakta ısrar eden TV kanalları üzerinde baskı unsuru olabilecek başka bir güç geliyor akla: Reklam verenler…

Reklam silahı

Televizyon kanallarının temel gelir kaynağı reklam. Bir milyar dolarlık reklam pastasından daha çok pay kapabilmek için kıyasıya bir rating mücadelesi sürüp gidiyor TV kanalları arasında. Peki böyle bir güce sahip olan reklam dünyası şiddete karşı bir girişimde bulunuyor mu?

Reklam verenlerin çatı kuruluşu “Reklam verenler Dernegi”nin televizyondaki şiddetle ilgili bazı girişimleri var. Ancak bunlar panel düzenlemek, anket yapmak gibi faaliyetlerden öteye gidemiyor. Her fırsatta şiddete karşı olduklarını belirten bu kesim ekrandaki şiddete karşı elindeki gücü yeterince kullanımı İletişim uzmanları televizyonlara reklam veren kuruluşların güçlerini kullanmaları halinde ekranlardaki şiddet görüntülerinin azalabileceği görüşünde. Batı ülkelerinde zaman zaman görülen, şiddet içeren programlar reklam verenler tarafından boykot edilmesine Türkiye’de rastlanmıyor.

Reklam verenler Derneği Başkanı Gündüz Özdemir şiddetin toplumun ortak sorunu olduğunu ve bunun tüm toplumsal kuruluşlarla ortaklaşa bir çalışma yapılarak çözümlenmesi gerektiğini belirtiyor. Reklam verenin şiddet içeren programa sansür koyan bir zihniyet içinde olmaması gerektiğini söyleyen Gündüz, televizyonun bir yansıtıcı olduğu görüşünde.

Oysa iletişim uzmanları farklı düşünüyor. Reklam verenlerin televizyonlar üzerinde çok önemli bir güce sahip olduğunu belirten uzmanlar, gerekirse televizyondaki şiddetin önlenmesi konusunda etkili olabileceklerini belirtiyorlar.

Bütün bu tartışma ortamında ekrandaki şiddet hayata yansımaya devam ediyor ve bundan en çok etkilenen çocuklar oluyor. Zaman zaman yapılan kampanyalarla “şiddete hayır” dense de rating savaşında bu sese kulak ve ren pek olmuyor, kan banyosunun sonu gelmiyor.

Nail Güreli (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti başkanı)

“Reklam verenlerin sorumluluğu var”

“Özellikle televizyonların toplum üzerindeki gücü dikkate alınırsa çocuklara yönelik şiddet konusunda kendilerine büyük sorumluluk düşüyor. Bu konu sadece Türkiye’de değil bütün dünyada önemli bir sorun ve bunun önüne geçmek için uluslararası televizyon sözleşmesi dahil çeşitli uygulamalar yapılıyor. Ama buna Türkiye’de uyulmuyor. Rating kaygısı öne geçiyor ve sorumsuz yayınlara tanık oluyoruz. Televizyonlar, ratinglere endeksli değerlendirmelerini çocuklara yönelik yayınlardan sakınmalıdır. Bunu birçok televizyon kanalında göremiyoruz, genelleme yapmak yanlış olur ama durum bu. Reklam verenlerin de bu konuda sorumluluğu vardır. Bu programların ratingine katılarak destek Almanya’da katıldığım bir panelde, bir firma yetkilisi görüntülerinde şiddete yer veren kanallara reklam vermeme karan aldığını ve uyguladığını ancak bunu Türkiye’de uygulamalarının mümkün olmadığını söylemişti.

Bu uygulama sansür değildir. Şiddet olarak konuyu sınırladığınızda ve tanımını net olarak koyduğunuzda meslek etiğinin de dikkate alınması gerekir. Keyfiyet olmadan uluslararası kurallara uygun olarak yapılabilir. Bunun sansüre dönüşme tehlikesi de var ama konuyu belirli bir çerçevede sınırladığımızda sansür olarak algılanması mümkün değil. Burada eğitim çok önemli. Bir taraftan da uluslararası sözleşmeleri uygulayacak RTÜK’ün de aktif olması gerekiyor.”

Haluk Şahin (Kanal D Haber Koordinatörü)

“Reklam verenler protesto etsin”

“Televizyonda şiddet içeren programların azaltılmasında her kesime büyük görevler düşüyor. Bu çeşitli yöntemleriyle uygulanabilir. Yasalarla çeşitli düzenlemeler yapılabilir, otokontrol ile yayıncılar kendilerini denetleyebilir, tüketici baskısını gösterebilir ya da reklam veren kuruluşlar şiddet içeren programlan protesto edebilir. Dördüncü seçenek en etkin yöntemdir. Reklam verenler çocukların televizyon seyrettikleri saatlere reklam verip vermeme konusunda etkili olabilirler. Bu dünyanın her tarafında uygulanan bir yöntem. Özel rekabete dayanan bir sistem içinde özel televizyon kanallarının en iyi anlayacağı dil kuşkusuz budur. Batıda aileler şiddet içeren bir filmde bir diş macunu firması reklamlarıyla destekliyorsa bu ürünü almıyorlar. Avrupa’da da buna benzer örnekler var. Türkiye’de toplam reklam pastası 1 milyar dolardır ve bunun 400 milyon dolan televizyonlara yöneliyor. Sadece İstanbul’da 25 tane izlenen televizyon kanalı var. Altı-yedi kanal başa güreşiyor. Bu sözünü ettiğim 400 milyon dolar günde 24 saat yayın yapan bir televizyon kanalını besleyecek büyüklükte değil. Dolayısıyla bu pastanın nasıl paylaşılacağı konusu kırana bir rekabete yol açıyor. Sınırlı kaynaklanın kullanılması konusunda televizyon kanalları daha dikkatli bir çalışma içine girebilirler.”

Remzi Gokdag

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve dijital yayıncıdır. Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

Başka Şehirler
Önceki Yazı

Turizm sömürgesi

Sonraki Yazı

Radikal Gazetesi Moskova Arşivi