Kitabın adı “Park Otel Cinayeti” de olabilirdi. Tıpkı polisiye romanlarda olduğu gibi… Olayların gelişimi biraz da bunu çağrıştırıyor. Bir kenti (İstanbul), bir semti (Ayazpaşa), “taammüden öldürmeye tam teşebbüs” var ortada.
BİR KENT SUÇUNUN BELGESEL ÖYKÜSÜ
1993 yılına dek İstanbul’da yaşayanlar, yolu bu kente düşenler Ayazpaşa sırtlarında yükselen dev bir beton kütleyleyle karşılaşırdı. Koca bir mahalleyi ezen bu devin adı Park Otel’di.
Hukuka aykırılığı ve şehircilik bilimiyle alay eden kimliğiyle kamuoyu bu binaya baştan beri karşı çıktı ama inşaat üç yıl boyunca özgürce yükselebildi. Ayaspaşa sakinlerinin bu mücadelesine çevreye, kente, demokrasiye saygılı İstanbullular da omuz verdi.
Sivil dayanışmanın bir zaferi sergilendi. İnşaat 18. kata ulaştığında durdurulabildi, kaçak katları yıkıldı. Kent tarihine geçen hukuk mücadelesinin basındaki Cumhuriyet gazetesiydi.
1990’lı yıllarda gazetenin genç muhabiri Remzi Gökdağ, Ayaspaşa’daki gelişmeleri başından sonuna takip etti. 100’ü aşkın haber, incelemeleriyle ‘kente karşı suç’ kavramının ne anlama geldiğini kamuoyuna duyurdu. Çalışmalarını Park Otel Olayı adıyla kitaplaştırdı.
BETON DEV BOYUNUN ÖLÇÜSÜNÜ ALDI
Ayrıcalıklı imar izinlerine dayanan çarpık kentleşme politikalarının da ibret verici öyküsüdür.
Bu olay, kentsel ve toplumsal değerlerin, iş bitirici çevrelerce nasıl yağmalandığını gösteren yüzlerce örnekten yalnızca biridir.
Kitapta gerçek bir Park Otel cinayetine kurban giden yurttaşın öyküsünden, çevresini korumakta kararlı Tunç ailesinin hukuki mücadelesine kadar canlı ve renkli olaylar yer alıyor.
“Semt sakinleri, 24 Kasım 1991 tarihinde beton devin bir kaç metre ilerisindeki Cennet Çay Bahçesinde toplandılar. Güneşli bir hafta sonu yapılan bu toplantıda inşsata gösterdikleri tepki ve bir şey yapamamanın çaresizliği belli oluyordu. Yaklaşık 30 kişilik grupta konuşmak isteyen söz alıyor, tepkisini dile getirdikten sonra bir başkası söze başlıyordu. Toplantıda imza kampanyaları, Ankara’ya telgraf, fiili eylemler gibi çeşitli öneriler tartışıldı. Sabah saatlerinde başlayan toplantı 13.00’te bitti. (…)”
ARKA KAPAKTAN…
Kitabın adı “Park Otel Cinayeti” de olabilirdi. Tıpkı polisiye romanlarda olduğu gibi.. Olayların gelişimi biraz da bunu çağrıştırıyor. Bir kenti (İstanbul), bir semti (Ayazpaşa), “taammüden öldürmeye tam teşebbüs” var ortada. Ama cinayet girişimi bu kez ölümle sonuçlanmadı, yaralanma düzeyinde kaldı. Çünkü ilk kez bir semtin insanları yani Ayazpaşalılar, bu pervasız gidişe bir dur demek için ayağa kalktılar.
Onların bu mücadelesine çevreye, kente, demokrasiye saygılı İstanbullular da omuz verdi ve sivil dayanışmanın bir zaferi sergilendi.
Park Otel Olayı, Turizmi Teşvik Yasası ile kentlerin, kıyıların, SİT alanlarının buradaki tüm çevre ve toplumsal değerlerin, iş bitirici yatırımcı çevrelerce nasıl yağmalandığını gösteren yüzlerce örnekten yalnızca biridir.
Hukuka aykırılığı ve şehircilik bilimiyle alay eden kimliğiyle kamuoyunun karşı çıktığı Park Otel üç yıl boyunca nasıl özgürce yükselebildi?
Sivil ve resmi yetkililerin oluşturduğu ittifaka karşı bu inşaat demokrasiye nasıl meydan okudu?
Bu akıl almaz gidişe Danıştay nasıl dur dedi?
PARK OTEL OLAYI: BİR ‘KENT SUCU’NUN BELGESEL ÖYKÜSÜ
Cumhuriyet Kitap Eki’nin 144. sayısında (26 Kasım 1992) yayınlanan bu yazı, Park Otel mücadelesini birlikte yürüttüğümüz, dönemin Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Oktay Ekinci tarafından yazıldı…
Park Otel kitabı, salt çirkin bir yapının değil, uygarlaşma yolunda Türkiye’nin nerelerde olduğunu göstermesi bakımından da tüm çevre ve demokrasi dostlarının edinmesi gereken bir çalışma.
Son yıllarda, özellikle uygunsuz ve spekülatif yapılaşmanın yaygınlaşmasıyla birlikte, yaşadıkları ortamın doğal ve kültürel değerlerine sahip çıkan duyarlı çevrelerin gündeme getirdikleri yeni bir hukuk kavramı var: “Kente Karşı Suç.”
Aslında bazı Batı toplumlarında ve özellikle kentleşme süreçlerini tamamlamış, “kent kültürü” dediğimiz, insana ve çevreye saygıyı uygarlaşmanın olmazsa olmaz koşulu olarak görmeye başlayan toplumlarda böyle bir suç kavramı hukuk düzenlerinde çoktan yerini almış durumda.
“Remzi Gökdağ ın “Park Otel Olayı” tutarlı bir gazetecilik anlayışının ürünü.”
OKTAY EKİNCİ
Örneğin Fransa’da 1977’de yürürlüğe giren, mimarlığın yetki ve sorumluluklarını belirleyen meslek yasasında “mimarlık kültürün bir ifadesidir” şeklindeki temel saptama daha ilk baştan yapılıyor ve hemen ardından bu kültürel eylemin “kente karşı suç teşkil etmeyecek şekilde” nasıl gerçekleşebileceği ise şöyle belirleniyor:
“Kentsel, doğal ve tarihsel çevreye saygı kamu yararınadır. İmar Planı ve inşaat izni veren yetkililer, bu saygıyı garanti ederler.”
Zagreb, Amsterdam gibi kültürel kimliğin korunmasında kökleşmiş geleneklere sahip kimi kentlerde de, bu kimliğin zedelenmesine yol açabilecek “suçların”, daha “niyetlenme” aşamasındayken engellenmesi, imar hukuklarının temelini oluşturuyor. Dr. Turgut Cansever’in “Osmanlı kent düzenindeki ahlak anlayışının Batı’ da yasalara geçmiş şekli” olarak değerlendirdiği Zagreb imar yönetmeliğinde, şu “önkoşul” yer alıyor:
“Bu kentte yeni bina yapmak yasaktır. Ancak, kim yeni bir binaya gereksinim duyuyorsa, bunu ancak kenti daha da güzelleştireceğini kanıtlayarak yapabilir…”
Kente karşı suç kavramı, işte böylesine “düzeyli” bir imar düzeni için ve öncelikle kamu yararını, insana ve çevreye saygıyı ve demokrasiyi esas alan bir kentleşme süreci için, ülkemiz açısından eksikliği her geçen gün daha çok hissedilen bir kavram. O kadar ki, günümüzdeki birçok “yasal” uygulamalar bile yarattıkları kentsel sorunlar ve insan onuruna yakışmayan yaşam çevrelerine neden olarak etkileriyle, gerçekten kente karşı işlenen birer suç ürünü olarak yükseliyorlar. Ve elbette bu “cezası olmayan” ağır suçun altında ezilen ise salt kent değil, tüm kent halkı oluyor…
İşte, İstanbul’daki Park Otel, bu yeni suç kavramının ne denli önemli olduğunu gösteren; hemen tüm özellikleriyle kente ve topluma karşı “imar yoluyla işlenen” suçların kimi zaman o kent ve o toplum için ne denli onarılmaz yaralara yol açabileceğini kanıtlayan; üstelik de “önceden planlanarak” (taammüden) gerçekleştirilen bir “kentsel cinayet” olarak tarihe geçiyor. Ve yine Park Otel, diğer tüm kentsel cinayetlerde olduğu gibi, cezasını “suçu işleyenin” değil, toplumun ve kentin çektiği; “giderilmesi olanaksız” zararlarıyla İstanbul’un üzerine bir karabasan gibi çöken; karanlık bir dönemin “gözü kara” yatırımı olarak Boğaziçi silüetinde yerini alıyor.
Binanın tartışılmaya başlanması ile birlikte, böylesi bir suça karşı kamuoyu duyarlılığının yükseltilmesinde ve gelişmeleri hemen tüm yönleriyle halka duyurma konusuna, hiç kuşkusuz Cumhuriyet gazetesinin ve gazetenin çalışkan muhabirlerinden Remzi Gökdağ’ın çok büyük katkıları oldu.
Park Otel, basında son üç yıl içinde yayımlanan “kentleşme haberleri” arasında ilk sırayı “tüm çirkinliğiyle” alırken, Cumhuriyet gazetesindeki Remzi Gökdağ imzası, bu savaşımın “kamuoyu desteği” cephesinde kente, çevreye, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkmanın “simgesi” haline geldi.
Ve zaman içerisinde yine Remzi Gökdağ ismi, Park Otel’e karşı sürdürülen “sivil-demokratik savaşımın” ortak bir sesi, dayanışma odağı ve “duyarlı gazeteciliğin” toplumla bütünleşen çağdaş bir örneği olarak, arşivlerde saklanan haber küpürlerinde yerini aldı.
Remzi Gökdağ’ın Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Park Otel’le ilgili sayısız yazı ve haberlerinin birikimiyle yaratılan kitap ise, bu tarihsel “kamu hizmetinin” tüm toplumsal kazanımlarını, küpür arşivlerinden kurtarıp kütüphanelerimize getiriyor.
Kitapta, öncelikle tarih sırasına göre yer alan gelişmeler ve çok önemli bilgiler, İstanbul’da “kente karşı işlenen suçların” en amansızlarından birinde, suçu işleyenlerin bu cesaretlerini nereden ve kimlerden buldukları, çıkarları uğruna hukuku ve demokrasiyi nasıl ayaklar altına aldıkları ve “yetkili resmi kişi ve kuramların” da bu suça nasıl önayak olup, yeşil ışık yakabildikleri geleceğe dönük çok önemli kaynak belgeler olarak yer alıyor.
Park Otel Olayı, salt çirkin bir yapının değil, uygarlaşma yolunda Türkiye’nin nerelerde olduğunu göstermesi bakımından da tüm çevre ve demokrasi dostlarının edinmesi gereken bir çalışma.
Üstelik, aynı anda, dur durak bilmeyen bir savaşımın, titiz ve duyarlı bir gazetecilik görevinin ürünü…
REMZİ GÖKDAĞ’IN ‘PARK OTEL OLAYI’
23 Mayıs 1993 günü Cumhuriyet Kitap Ek’nde yayınlanan Oktay Ekinci’nin yazısı
1993 yılına dek İstanbul’a gelen yabancılar, hele bir de mimari veya şehircilikle ilgili iseler, Avazpaşa sırtlarında göklere dogru yükselen ve koca bir mahalleyi dev kütlesiyle ezercesine çiğneyen azman Park Otel binasına bakıp, kent siluetinde böylesi bir işgale nasıl izin verildiğini merak ederlerdi.
Çevre sakinlerinin ve Mimarlar Odası’nın ‘kentlilik tarihine’ geçen hukuk mücadelesi ve kampanyalarından sonra mahkeme tarafından ‘yıkıma’ karar verilen Park Otel’in ‘hukuka aykırı fazla katları’ dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen tarafından İstanbul silüetinden ternizlendi.
Şimdi, haziran ayında bu kez HABITAT-2 için İstanbul’a gelecek binlerce uzman ise bu fazla katları yıkılmış dev binanın sanki terk edilmiş gibi duran ana kütlesinin başına gelenleri yine merak edecekler.
1990’lı yıllarda olanı biteni genç bir Cumhuriyet muhabiri olarak sürekli izleyen ve haberleriyle kamuoyuna yansıtan Remzi Gökdağ’ın ‘Park Otel Olayı‘ adlı kitabı, elbette sadece bu merakı gidermek için değil, HABITAT sürecinde ‘kente karşı suç’ kavramının ne anlama geldiğini bu konudaki en çarpıcı örnekten hareketle irdelenmesi açısından da önem taşıyor.
Park Otel olayı, aslında bir dev binanın değil, Türkiye’nin son yıllarda tanık olduğu ‘ayrıcalıklı imar izinlerine’ dayalı kentleşme politikasının ibret verici öyküsünden bir kesit.
Ragıp Duran’ın EP Medya Dergisi’nde yazdığı Park otel yazısı…
BELEDİYE MUHABİRİ GÖKDELENE KARŞI
“Semt sakinlerinin Cennet Bahçesindeki toplantısından çok etkilenmiştim. Konunun peşini ondan sonra hiç bırakmadım” diyen bir gazeteci çabası.
RAGIP DURAN
“Semt sakinleri, 24 Kasım 1991 tarihinde beton devin bir kaç metre ilerisindeki Cennet Çay Bahçesinde toplandılar. Güneşli bir hafta sonu yapılan bu toplantıda inşsata gösterdikleri tepki ve bir şey yapamamanın çaresizliği belli oluyordu. Yaklaşık 30 kişilik grupta konuşmak isteyen söz alıyor, tepkisini dile getirdikten sonra bir başkası söze başlıyordu. Toplantıda imza kampanyaları, Ankara’ya telgraf, fiili eylemler gibi çeşitli öneriler tartışıldı. Sabah saatlerinde başlayan toplantı 13.00’te bitti. (…)”
Gazeteci Gökdağ’a, bugün “Sizi, Park Otel konusunu bıkmadan usanmadan izleyip sonunda bir kitap yazmaya kadar götüren temel dürtü nedir?” diye sorduğumuzda, kitabının 20. sayfasındaki bu bölümü okuyor ve kitaba alamadığı ayrıntıları aktarıyor: “Semt sakinleri olağanüstü kararlıydı. Ayaspaşa’daki o güzelim eski evlerde oturan yaşlı başlı beyefendiler, hanımefendiler, ama gerçekten eski Istanbullular, bir araya gelip semtlerine sahip çıkma bilincini gösteriyorlardı. Bu beni çok etkiledi. O günkü toplantıda, açlık grevinderı, Park Oteli dinamitlemeye, Ankara’ya yürüyüş düzenlemekten helikopterle bildiriyi dağıtmaya kadar bir sürü eylem geldi gündeme.”
“Beton Dev”, “Kent Suçu Abidesi”,”Beton Canavar”, “Kentsel Cinayet”, “Hukuk, demokrasi ve kent silüetinin iğfali” gibi deyimlerle anılan Park Otel konusunda, duyarlı, ciddi çalışan ve bakış açısı esas olarak çevre sakinlerininkiyle paralel olmasına rağmen ilgili tüm tarafların görüş ve tutumlarını yanlı bir şekilde aktaran bir gazetecinin belgelere dayalı çalışması bir kitap.
Kitabın bir özelliği de “bir tek bina üzerine yazılmış ilk ve tek inceleme” olması. Ancak Park Otel biraz da İstanbul’daki tüm gökdelen tartışmasının ilginç bir örneği. Zaten bu tartışmaya taraf olanların tutumu da işin sadece Park Otel’le ilgili olmadığını gösteriyor.
Marmara’dan Karadeniz’e doğru gemiyle çıkarken sol tarafa bakıldığında olası 33 katlı bu garabetin her türlü yasa, tüzük ve düzen çiğnenerek nasıl dikilebildiğinin öyküsünü Gökdağ’ın kaleminden öğrenmek üzüntü verse de çaresiz olunmaması gerektiğini anlatıyor.
İnşaat şimdilik 18. katda durmuş durumda. Kabul edilen ilk projeye göre bina 33 katlı olacak. Ancak Danıştay’ın iptal kararı var. Ama nasıl uygulanacağı henüz belli değil. İnşaat sahibi Yalçın Sürmeli‘nin tutumu da ilginç. Hazine’den alınan krediyle sürdürüyor inşaatı, “İnşaat durdurulursa, devlet zarar ediyor. Bana izin verdiler, inşaata başladım” diyor.
Gökdağ tüm gelişmeleri günü gününe izlemiş bir muhabir. Kitabında gerçek bir Park Otel cinayetine kurban giden yurttaşın öyküsünden, çevresini korumakta kararlı Tunç ailesinin hukuki mücadelesine kadar bir dizi canlı renkli olaya da yer veriyor.
“Park Otel konsunda geniş bir arşivim var. Kupür arşivi. Kitabı kaleme alırken bu kupürlerden yola çıktım ama haberlerde yazamadığım bazı noktalar vardı. Biraz yorum ekldim, işin perde arkasıyla ilgili ek bilgileri kattım.” diyor.
Gökdağ, son 5 yıl içinde Cumhuriyet gazetesinde Park Otel konusunda 100’ü aşkın haber, inceleme yayınlanmış. Bu haberlerin hiç birini ne Belediye, ne inşaat sahibi ne de konuyla ilgili kişi ya da kurumlar tekzip etmiş. Aksine tüm bu çevrelerde Remzi Gökdağ adı Park Otel kampanyasının basındaki imzası olarak biliniyor.
Ancak Gökdağ Dolmabahçe’de stadın arkasına dikilmekte olan bir başka gökdelenle ilgili olarak yayınladığı bir tek haber nedeniyle 2 milyar liralık bir tazminat davasında sanık durumunda.
Gökdağ’ın çalışması, özel olarak da gazeteci olarak kaleme aldığı inceleme kitabı, her türlü mesleki övgüye layık. Esas olarak da gazetecilerin, Belediyeler, hükümetler, siyasi partiler ve holdinglerle ne tür ilişkileri olması gerektiğini gösteren bir çalışma.
Ragıp Duran – Kasım 1992/Sayfa 62 EP Medya
NİHAYET
16 Ağustos 1992 Cumhuriyet Dergi Sayı 334
Remzi Gökdağ – Park Otel davasında üç yıldır süren hukuk savaşı sona erdi. Danıştay, Park Otel inşaatinin durdurulması ve yıkılması istemiyle bir yıl önce İstanbul 5. İdare Mahkemesi’ne açılan davada yürütmenin durdurulmasına karar verdi.
Park Otel davasında üç yıldır süren hukuk savaşı sona erdi. Danıştay, Park Otel inşaatının durdurulması ve yıkılması istemiyle bir yıl önce İstanbul 5. İdare Mahkemesi’ne açılan davada yürütmenin durdurulmasına karar verdi.
Danıştay’ın kararı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce hazırlanan ve Bayındırlık ve Iskan Bakanlığı’nca da onaylanan Park Otel’in yeni planının uygulanabilmesi için hiçbir engel kalmadı. Park Otel’in 33 katlı otel bloğunun yapı maması ve mevcut inşaatın son 7 katının yıkılmasını öngören Büyükşehir planının uygulamaya geçebilmesi için Beyoğlu Belediyesi’nin 1/ 1000 ölçekli uygulama planını tamamlaması gerekiyor. Ancak Beyoğlu Belediyesi henüz planla ilgili çalışmalara başlayamadı.
1989 yılında başlayan hukuk mücadelesinde Park Otel üç kez mühürlendi. Mühürlerin ikisi mahkeme kararıyla iptal edildi. Halen mühürlü olan inşaatta bugün hiçbir çalışma yapılmıyor. 18. kata ulaşan beton dev yıkılacağı günü büyük bir sessizlikle bekliyor.
Beyoğlu Belediye Başkanı Hüseyin Aslan’ın “Büyükşehir Belediyesi’nin göndereceği yazıya göre plan çalışmalarına hemen başlanacak” demesinin ardından üç ay geçmesine karşın belediyede planla ilgili çalışmalara henüz başlanamadı. Hüseyin Aslan, plana en kısa zamanda başlanacağını ve bir ay gibi bir sürede planın tamamlanarak uygulamaya geçebileceğini söyledi.
Park Otel’le ilgili hukuk savaşı 1989 yılında başladı. Otel yapılması için belirlenen arazi içinde evi kamulaştırılan bir yurttaş, İstanbul 4. İdare Mahkemesi’ne dava açarak kamulaştırma kararının, kararın dayandığı planın ve otelin avan projesinin iptalini istedi. Mahkeme dosyada yaptiği incelemelerden sonra yürütmeyi durdurma kararı verdi ve inşaat mühürlendi.
Aynı mahkeme 19.12.1989 tarihinde verdiği yeni kararında “ruhsat ve eklerine aykın bir inşaatın söz konusu olmadığını” belirterek mühürleme işleminin kaldırılması yolunda karar verdi. Park Otel’in avan projeleri 26 Aralık 1991 tarihinde Nurettin Sözen tarafından iptal edildi. Sözen aynı tarihte Beyoğlu Belediye Başkanı Hüseyin Aslan’a gönderdiği yazıda iptal kararının, avan projenin İstanbul İmar Yönetmeliği’ne uymamasından kaynaklandığını ve mühürlenmesi gerektiğini bildirdi.
Hüseyin Aslan, bu yazı üzerine 30.12.1992 tarihinde inşaatı “güvenlik önlemlerinin yetersizliği” nedeniyle mühürledi. Aslan, oteli ikinci kez 2 Ocak 1992 tarihinde mühürledi. İkinci mühürlemenin gerekçesi, avan projenin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen tarafından iptal edilmesiydi.
Beyoğlu Belediyesi inşaatı mühürledikten sonra ruhsatını iptal etmedi. Otel sahibi Yalçın Sürmeli mühürleme işleminin yasalara aykırı yapıldığı gerekçesiyle İstanbul 5. İdare Mahkemesi’ne başvurdu.
Mahkeme inşaat ruhsatının iptal edilmeden mühürleme işleminin yapıldığı gerekçesiyle mühürleme işlemiyle ilgili yürütmenin durdurulmasına karar verdi. Bu kararla mühür söküldü ve inşaatta çalışmalara yeniden başlandı.
Bu arada Ayaspaşa Çevre Güzelleştirme Derneği’nin Park Otel’in durdurulması istemiyle 1991 yılında İstanbul 5. İdare Mahkemesi’ne açtığı dava 7 Şubat 1992’de tamamlandı. Mahkeme, davada görevsizlik kararı vererek topu Danıştay’a attı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi 26 Aralık 1991 tarihinde projesi iptal edilen Park Otel için bir nazim plan hazırlanmasına karar verdi. Plan, 2.5 ayda tamamlandı. Planlar 25.5.1992 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde uzun süren tartışmalardan sonra kabul edildi. Yeni plana göre Park Otel’in yüksekliğinin Alman Konsolosluğu’nun seviyesine indirilmesi ve inşaat alanına dahil edilen Ağa Çırağı Sokağı’nın yeniden hizmete açılması öngörüldü. Planda, halen temel çukuru kazılan ve 33 katlı olması düşünülen silindir biçimindeki otel bloğu iptal edilerek yerine iki katlı otopark yapılmasına karar verildi.
Bir başka kent mücadelesini de Gökkafes için vermiştik. Ancak başarılı olamadık. Gökkafes ne demekti, nasıl yükseldi, bu mücadeleye kimler nasıl destek verdi, kimler nasıl engel olduĞ Ayrıntılar burada…