Uçmak, var olmakla yok olmak arasında bir çizgidir ve bu çizgiye ulaşanlar özgürlüğün de tadını yakalayanlardır. Arkadaşımız Remzi Gökdağ yamaç paraşütüyle, uçmanın kimyasını çözmek için kendini gökyüzünün boşluğunda, rüzgârın kollarına bıraktı.
Her şey, Ölüdeniz üzerinde süzülen o sarı renkli paraşütü gördüğüm anda değişti. Dağların doruklarına yakın bir yerlerden havalanmıştı ve gökyüzünün maviliğinde süzülüyordu.
Uçmanın kışkırtıcı güzelliği, bütün düşüncelerimi “savurmuştu” bir anda. Akdeniz güneşi sahildekileri kavuruyordu malum, ya Akdeniz rüzgârı o mavilikte nasıl esiyordu!
Yerden bakıldığında görünen güzelliği tanımlamak zor değildi ama gökyüzünde neler hissediyordu insan? Bunu öğrenmenin tek yolu paraşütün iplerine tutunarak, gökyüzünün derinliklerine yapılacak bir yolculuktan geçiyordu. Uçak penceresinden defalarca seyretmiştim gökyüzünü, yüksek bir dağın doruğunda a sınırsız duyguyu çokça yaşamıştım, ya bir kuş gibi uçmak nasıldı?
Gökyüzünün derinliğinde sınırsızlığı yaşamak…
Özgürlüğü sınırlayan ne varsa kaldırıp atmak…
İşte bu duyguları yaşamaya ar tık bir adım kalmıştı. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Ölüdeniz’in kumsalından Babadağ’ın 1900 metredeki karlı zirvesine ulaştığı mizda, artık dönüşü olmayan bir macera başlamıştı. Aşağıda Kelebekler Vadisi’nden Fethiye’nin On iki Adalar’ına kadar uzanan bir güzellik vardı ki, bu güzelliğin ortasında Ölüdeniz’in o kartpostal görüntüsü uzanıyordu. Turkuaz rengi bir deniz, bembeyaz bir kumsal ve yeşil dağlar. İnsana “bu kadarı da fazla” dedirten eşsiz bir görüntü…
Hazır ol gökyüzü
Babadağ’ın zirvesinde ayaklarımın altında uzayan bu görüntünün büyüsünden, uçuşu birlikte yapacağımız Muzaffer hocanın sesiyle uyandım. “Uçuş takımlarını giymek için hazır mısın?” diye soruyordu. Hemen ardından da kaskı, tulumu ve kuşamdan oluşan uçuş takımını gösterdi. Bunları giyerken uçuşa nezaret eden diğer pilotlar da paraşütü piste seriyorlardı. Rüzgâr kuzeyden esiyordu ve paraşütü şişirecek güce henüz ulaşmamıştı.
Bu arada Muzaffer ile birlikte rüzgârın hızını artırmasını beklerken onun talimarlarını dinliyordum. Yanlışlık yapmamam konusunda beni defalarca uyardı. Pistin ucuna kadar durmadan koşmam gerektiğini söylüyordu her seferinde. Söyledikleri teknik olarak yapılması gerekenlerdi ama 1900 metre yükseklikte bir dağın zirvesinden uçurumun kenarına, boşluğa doğru koşmak garip bir duyguydu. Paraşüte bağlanmıştık ama yine de kendimi uçurumun kenarın kadar koşarken düşünemiyordum Rüzgâr yeterli güce eriştiğinde Muzaffer’in “Koş!” talimatıyla harekete geçtik. Gerçekten de ürperti verici bir durumdu ve birlikte uçuruma doğru koşuyorduk. Kayaların dibini görmeye birkaç adım kala paraşütümüz rüzgarla doldu. Korku ve şoku aynı anda yaşıyordum ve bu duyguların bileşkesinde bir karanlık duruyordu, çünkü gözlerimi açamıyordum. Açtığımda ise gördüğüm manzarayı kavramakta biraz zorluk çektim. Boşluktaydık. Bizi hayata bağlayan tek şey paraşütün incecik ipleriydi. Altımızda herhangi bir tehlike anında bizi asla affetmeyeceğini tahmin ettiğim kayalıklar uzanıyordu.
“Cennet buymuş” diye düşündüm ve hemen arkasından gülümsedim.
Birkaç martı yamaçlardan esen rüzgarla oynaşıyor, birkaçı ise güneye doğru ufkun üzerinde uçuyorlardı. Onları gördüğümde “En yüksek uçan marti en uzağı görendir” sözü aklıma geldi ve başımı kaldırıp bizden yüksekte uçan biz martı aradım. Yoktu…
Rüzgârın elleri arasında
Gökyüzünde sürülmek unutmakla anımsamak arasında bir çizgiydi ve biz zamanla tüm bağımızı koparmıştık.
Altımızda kıvılcımlanan kayaların arasında kıvrılan bir sahil, mavi bir deniz vardı. Muzaffer hoca neler hissettiğimi soruyordu. Bir baş dönmesiydi hissettiğim. Uçuyor olmanın, bu güzelliklerin tadına varmanın yarattığı mutluluğun baş döndürücü zevkiydi bu. Rüzgârın elleri ve dudakları arasındaydık, suyun yüreği ve bulutların kamp yeri yanı başımızdaydı. Göllerimi ovuşturdum. Yüz günün rüzgârıydı bu ve şakaklarımı kamçılı yordu, göz kapaklarımı kavuruyordu. Rüzgârın girdabına girmiştik ve dönüyorduk. Paraşüt gökyüzünde sanki belli bir noktaya asılmıştı ve biz sadece kendi eksenimiz etrafında dönüyorduk. Düşüncelerim kadar gerçekdışıydı her şey.
Mavi bir gökte mavinin tonlarını gördüm. Kayaların, ağaçların, denizin, kuşların dünyaya yaslanışını gördüm. İnsan bir kum tanesiyse eğer bu dünyada, sahildeki kum tanelerini gördüm. Tek başına bir güneşin saydamlıklar kumaşının ardında saklanışını gördüm. Şimdi zaman kıpırtısızdı.
Uçmak var olmakla yok olmak arasında bir çizgiydi ve bu çizgiyi yakalayanların gerçek özgürlüğün tadına varabileceklerini düşündüm. Havada olduğum sürece bu duyguyu sonuna kadar yaşadım. Bizi hayata bağlayan tek şey paraşütün ince ipleriydi ve var olmamızın kaynağı rüzgârın kendisiydi.
Bütün bu karmaşık duygular bir saat boyunca sürdü. İlk adımlarımızda biraz yalpaladık. Sahile nişe geçtiğimizde, uçmanın sarhoşluğu gerçek dünyaya yeniden dönmenin hüznüne dönüşmüştü.
Bilinçli yapılırsa risk yok
İnsana böyle büyük bir mutluluk yaşaran yamaç paraşütüne yönelik uçuşları, Boğaziçi, ODTÜ ve Ege Üniversitesine bağlı havacılık kollarında ve ayrıca Türk Hava Kurumu bünyesinde yapılabiliyor. Ayrıca sınırlı sayıda özel şirket, isteyenlere kurs veriyor.
Yamaç paraşütüyle ilgili yaygın, tehlikeli bir spor dalı olduğu yönünde. Ancak işin uzmanları bu spor dalının diğerlerinden daha fazla risk taşamadığını söylüyor. Yamaç paraşütüyle uçmak isteyen bir kişinin en az 6 ay boyunca bu işin eğitimini almasa gerekiyor. Ama her şeyden önemlisi, uçabilmek için gerekli yeteneğe sahip olmak. Bu da rüzgârın durumunu çok iyi hesaplamaktan geçiyor. Kurallar harfiyen uygulandığında tehlike riski sıfıra iniyor.
Yeni başlayan bir kişinin uçabilmesi için en az üç hafta kurs alması gerekiyor. Bu süre sonunda bir eğirmen nezaretinde uçuş yapılıyor. 6 ay bir eğitmenle uçtuktan sonra tek başına uçuşlara başlanabilecek biliyor. Bu süreyi tamamlamadan yapılan uçuşlar tehlikeli olabiliyor. Tehlike yaratan en önemli neden; hava koşulları. İşin eğitimini almayan bir kişiyi hava şartları kolayca yanıltabiliyor. Örneğin hava yukarıda güzel görünebiliyor ancak aşağıda fırtına olabiliyor. Meteorolojiyi bilen bir kişi için bunları tahmin etmek zor değil. Uçuşlar sıcak hava akımları varken tehlikeli olabiliyor. Böyle hava durumlarında paraşütte kapanmalar ve açılmalar olabiliyor. Paraşütün kapanmasıyla da ilgili. Başlangıç, orta, ileri ve yarış paraşütleri olmak üzere dört çeşit yamaç paraşütü bulunuyor. Başlangıç paraşütü, havada kapanması durumunda dört saniye içinde kendi kendine açılabiliyor. Uçmaya yeni başlayan bir kişinin başlangıç paraşütüyle uçması şart, yoksa beklenmedik bir olayla karşılaşma ihtimali yükseliyor. Yamaç paraşütü kazalarının en önemli nedeni kapanmalar. Bunun nedeni de gökyüzündeki türbülanslar. Türbülansa çok duyarlı olan yamaç paraşütleri, simetrik ya da asimetrik olarak kapanabiliyor ve uçan kişinin hakimiyeti kaybolabiliyor.
12 saat bile uçulabiliyor
Yamaç paraşütü için en önemli şart olan uçuş ekipmanının dışında, kalkış ve iniş için de bir pist gerekiyor. Yamaç paraşütü yapılacak yükseklikte kurulması gereken pistler ortalama 200 metrekare genişliğinde. Uçuş öncesinde yamaç paraşütü pistin zeminine seriliyor. Bundan sonraki işlem; iplerin düzeltilip birbirine karışmasını önlemek. Uçuşlarda kask ve kuşam giyiliyor. Gerekli rüzgârın olması halinde, pistten aşağıya doğru koşuluyor. Her şey normalse 10- 15 adımdan sonra paraşüte hava doluyor ve böylece irtifa alınıyor. Paraşütün istenilen şekilde yönlendirilebilmesi için pilotun her iki eline bağlı kontrol ipleri kullanılıyor. Bu kontrol ipleri sayesinde (gerekli sıcak hava akımları da varsa) irtifa yükselebiliyor ya da mesafe uzayabiliyor. Sıcak hava akımlarının yeterli olması halinde 12 saate varan uçuşlar yapılabiliyor.
Ölüdeniz ideal yer
Yamaç paraşütü için Türkiye’de çok uygun mekanlar bulunuyor. Denizli Honaz, İzmir Bozdağ, Kayseri Aladağ, ve Erciyes dağları, yamaç paraşütü yapılabilen yerler. Ancak Türkiye’de yamaç paraşütüne en uygun mekân Ölüdeniz Doğal güzelliğinin yanı sıra denize yakınlık bakımından bir avantaj olan 2000 metre yüksekliğindeki Babadağ, yamaç paraşütüne doğal bir mekan hazırlıyor.
Ölüdeniz’de minimum uçuş süresi yarım saat ama yeterli hava akımlarının olması halinde bu saatte 12 saate varabiliyor ve şartlar iyi olursa paraşüt 4 bin metreye kadar yükselebiliyor.
Babadağ ile deniz arasındaki mesafe kuş uçuşuyla 4 kilometre. Sahille zirve arasındaki mesafe ise karayoluyla 24 kilometre. Babadağ’ın zirvesinde her biri 1700, 1800, 1900 ve 1960 metre yükseklikte dört aynı pist bulunuyor. Pistler rüzgârın yönüne göre kuzeye ve güneye bakıyor.
Ölüdeniz’in yamaç paraşütüne uygun olmasının bir başka nedeni de uçuş sezonunun Türkiye’nin diğer yerlerine göre daha uzun olması. Burası yılda 150 günlük uçuş sezonuna sahip. Sezon mayıs ayında başlıyor ve kasım ayına kadar sürüyor.
Özellikle eylül ayında İngiltere. Almanya ve İsveç’ten pek çok ekip ilk eğitimleri için Ölüdeniz’i seçiyorlar. Bunun en 8nemli nedeni plaja ve denize bu kadar yakınlıkta bu kadar yüksek bir dağın az bulunur olmasından kaynaklanıyor. Yamaç paraşütü ideniz önemli, çünkü yeni öğrenciler tek başına uçarken bazı denemeler yapmak durumunda. Yedek paraşütün kullanılması deniz üstünde deneniyor ve bu da istenmeyen durumlarda riskleri azalttığı önemli bir avantaj sağlıyor.
Gelelim işin mali boyutuna. Yamaç paraşütü pahalı bir spor. Bunun nedeni; paraşütlerin sadece bir sezon kullanılabilmesi. Her paraşütün yaklaşık 150 uçuşluk ömrü bulunuyor ve paraşütün takımıyla birlikte maliyeti yaklaşık 2000 sterlini (yaklaşık 830 milyon Türk Lirası) buluyor.
Yükseklik tutkusu
İşleri uçmak
Muzaffer Bal ve Canpolat Kurt yamaç paraşütüne gönül vermiş iki arkadaş. Ege Üniversitesi’ne başladıktan 1991 yılından bu yana yamaç paraşütü ile uğraşıyorlar. Tek dertleri uçmak. Kendi deyimleriyle her yıl sezonun gelmesini iple çekiyorlar ve uçamadıklarında onları teselli eden tek şey rüzgâr ve uçan kuşlar. Kent trafiğinde sıkışıp kaldıklarında gözlerini kuşlardan alamıyorlar: “Şimdi yukarıda olmak vardı” diye iç geçiriyorlar.
Muzaffer Bal İzmir’de yaşıyor. Üniversite eğitimini biyoloji üzerine yapmış. Yaptığ işin riskli olmadığını belirtiyor. Bal, “Ben motosiklet de kullanıyorum ve bence o daha tehlikeli, sizin dışınızda birçok faktör var. Ancak burada doğa ile baş başasınız. Doğa size gelişmelerle ilgili ipuçlarını zaten veriyor. Havanın ne olacağını çok rahat bilebilirsiniz.” diyor.
1991 yılında Ege Üniversitesi Havacılık Kolu’nda yamaç paraşütü kursu alan Bal, birkaç arkadaşıyla birlikte üniversitede yamaç paraşütü takımını kuruyor.
Ege Üniversitesi’nin eğitiminin diğer üniversitelere oranla daha disiplinli olduğunu belirten Bal, uçma bağımlılığını şöyle dile getiriyor:
“Özellikle sezon içinde iki üç gün uçamadığımda özlüyorum. Bağımlılık gibi bir şey. İlk zamanlardaki zevkin tamamını almasak da çok zevkli. Özgürlük ve mutluluk hissediyorum uçarken. Yerde olduğumdan çok daha fazla mutluyum. Yerde birçok insan var ve hepsi çok değişik uğraşmaktansa, kuşları seyrederek Ölüdeniz üzerinde süzülmenin mutluluğunu yaşıyorum.”
Ölüdeniz’deki Focus Sportif Havacılık şirketine bağlı uçuş hocalığı yapan Canpolat Kurt da 6 yıldan beri bu sporta uğraşıyor. Deri mühendisliği konusunda yüksek öğrenim gören Canpolat Kurt, en büyük hedeflerinin Ölüdeniz Havacılık Şenliği’ni başlatmak olduğunu söylüyor. Bu iş için belediye ve sponsor kuruluşlarla temasa geçildiğini belirten Kurt, şunları diyor:
“İnsan ömründe bir kez olsun uçmalı. En azından bir kez denemeli. insanların genel yargıyla bakmaları yanlış. Yabancılar genelde bu sporu bildikleri için bilinçli geliyorlar. Türkiye’de ise bu spor tam bilinmiyor.”
Türkiye’de yamaç paraşütüyle ilgili hala bir federasyon bulunmadığına da dikkat çeken Kurt, Türk Hava Kurumu’nun da bu işi kendi bünyesi dışında sahiplenmediğini belirterek, “Türkiye’de federasyon yok ama bu işle aktif uğraşan 500 kişi var. Oysa federasyona kayıtlı sporcu sayısı Japonya’da 70 bin, İngiltere’de 100 bin. Bu insanlara devlet destek oluyor. Bizimse, pistimiz yeterli değil, yollar bozuk. Babadağ’a 200 metrekarelik tartan pist yapılsa, risk büyük ölçüde azalır.”
Orman Bakanlığı’nın da her tırmanış için kişi başına 1 milyon lira aldığını, ancak yollarla ya da pistle hiç ilgilenmediğini söyleyen Kurt, TURSAB’ın da bu işe el atmasını istiyor. Kurt’a göre yamaç paraşütünün turizmin geliştirilmesi konusunda desteklenmesi ve tanıtımının yapılması gerekli.
Canpolat, gökyüzünün kendisine kattıklarını da şöyle anlatıyor:“Kentte trafik içinde sıkıştığımızda hemen bulutlara bakıyoruz. Sirüsler, kümülüsler gökyüzündedir. Bunlar da termiğin habercisidir. Bazen otobüste caniniz sıkıldığında elinizi dışarı çıkartırsınız, rüzgâr elinizde, yüzünüzde hissedersiniz. Diğer insanlar bunu anlamayabilir ama biz işin içindeyiz. Bir martı gördüğümüzde yaptığı bir hareketi kendimiz yapıyormuş gibi hissederiz. Dolunay olduğunda, “Tüh, dolunayda da uçamadık’ diye hayıflanırız.”