Evleri Balıklara Yem Olacak

14/03/1998

700 yıllık geçmişi olan Biga’ya bağlı Eşelek köyü önümüzdeki kış Bakacak Barajı’nın suları altında kalacak. Eşelekliler devletin gösterdiği yeni yurtları Gökçeada’ya yanlarında bir anı götürüyorlar: Camilerinin minaresini!

İlk bakışta sıradan bir köy gibi duruyordu. Uzaktan, camiin minaresi hemen göze çarpıyordu. Yeşilin her tonu kuşatıyordu köyü, akasya ağaçlarının dalları evlerin çatılarını gizliyordu. Bir dere akıyordu tepelerin arasından, üzerindeki tahta köprüden bir çoban koyunları çayıra götürüyordu. Birkaç evin bacasından duman türüyordu. Ve Çanakkale’nin Eşelek Köyü’nde sıradan denebilecek bir gün daha başlıyordu…

Diğer köylerden pek farkı yoktu Eşelek’in. Gariplik köye yaklaştıkça göze çarpıyordu. Ürperten bir sessizliğe gömülmüştü köy. Ne köpek havlamaları duyuluyordu ne de horozların sesleri. Köyün meydanına uzanan dar sokakta da herhangi bir hareket yoktu. Evlerin bacaları tütmüyordu, kapılarında kocaman birer kilit asılıydı. Köyün tek kahvesi de kapalıydı. Çeşme başı alışılmışın dışında sessizdi ne kadınları gördük ne de çocukları. Sessizliğin ürpertisi, terk edilmişliğin hüznüne karışıyordu köy meydanında.

700 yıllık hikâyenin hüzünlü sonu yaklaşıyor.

Meydana açılan dar sokaklardan birinde bir kapı rüzgârın etkisiyle çarpıp duruyordu. Tahta kapıyı araladığımızda evin içinde 80 yaşlarında bir köylüyle karşılaştık. Kucağına serdiği mendildeki tütünle bir sigara sarıyordu kendisine. Titreyen elleriyle uzun sürdü tütünü sarıp sigarayı ağzına götürmesi. Sigarasını yaktığında göz göze geldik.

Söylenenleri işitmekte güçlük çekiyordu, uzun bir süre muhtarı aradığımızı anlayamadı. Onun tarifiyle köyün dar sokaklarının sonunda muhtarın evini bulduk. Kapıyı çaldık bir süre sonra aşağı indi muhtar Nazmi Ceylan. Eşelek Köyü’nün sessizliğini anlatmaya başladığında sözlerini kesmeden dinledik.

“Yemyeşil bir koydu bizimki. Üç su birbirine kavuşurdu şu karşıdaki tepenin eteklerinde. Karaahıt, şu dereyi kucaklar vadilerde kıvrılarak kaybolurdu. Kışın kar yağınca karşıdaki tepeden kızakla kayardı gençler. Yazları meydandaki koca çınarın altında muhabbet ederlerdi…”

O günleri anlatırken hüzün dolmuştu gözleri. Ne oldu da köy bu hale geldi diye sorduk.

O üç yabancı… “Normal yaşantımız sürüyordu. Tarlalarımızı ekiyor, ekinlerimizi biçiyorduk. Ta ki güneşli bir yaz günü köyümüze o üç yabancının gelişine kadar. Sekiz yıl önceydi. Siyah plakalı arabalarından indiler. Belli ki devletin memurlarıydılar. Ellerinde getirdikleri garip aletlerle Çirkin Deresi’nin fotoğraflarını çektiler, ölçüm yaptılar, kağıtlarına bir şeyler yazdılar. Daha sonra da beni çağırıp yakında bu bölgeye bir baraj yapılacağını ve köyün baraj suları altında kalacağını söylediler. Onların hemen ardından resmi yetkililer köye sık sık geldi. Bize resmen durumu anlattılar.”

Durumu köy halkına duyurmak için köyün kahvesinde toplantı yapıldı o gece. Muhtar, devletin köyü boşaltmalarını istediğini köylülere anlattı. Çirkindere üzerinde bir baraj yapılacaktı, köy bu barajın suları altında kalacaktı, devlet yaşamaları gereken yeri belirlemişti. Orası Gökçeada’ydı. Onları bu adada yeni bir yaşamın beklediğini anlattı muhtar. Herkes şaşkındı. 700 yıl önce dedelerinin yerleştiği bu topraklardan göç etmeleri isteniyordu. Çoğu kendileri için seçilen Gökçeada’nın adını bile duymamıştı. O günden sonra köyde bir huzursuzluktur başladı. Kimse topraklarını, evlerini, komşu köylerdeki akrabalarını bırakmak istemiyordu. Gerçi onlar için Gökçeada’da yeni evler yapılacaktı. Topraklarının istimlak parası da peşin olarak ödenecekti ama köylünün ne parada ne de yaşamlarının geri kalan kısmını sürdürecekleri yeni evlerde gözü yoktu. Onlar alıştıkları, bildikleri toprakları terk etmek istemiyorlardı.

Çaresizlik içinde beklediler. Aslında yapacakları pek fazla bir şey de yoktu beklemekten başka. Barajın köylerini yutacağının farkındaydılar.

Muhtarla köyün dar sokaklarında dolaşırken yaşlı bir köylüyle karşılaştık. Adının İlyas Özcan olduğunu söyledi. Gökçeada ile ilgili konuştuğumuzu fark ettiğinde muhtarın lafını kesti. Tüm yaşanmışlıkları, mutlulukları ve hüzünleriyle 700 yıllık geçmişin bir anda yok olacağını söyleyemiyordu ama, bahçesinde kuzularla oynadığı evinin sulara gömüleceğinin farkındaydı.

Köyü henüz terk etmeyenlerden Mehmet Yüksel de duygularını şöyle dile getiriyordu. “Taşınmamızı istediler, taşınacağız. Başka çaremiz mi var. Gideceğiz diye eve banyo, mutfak bile yaptırmadık. Çamaşırlarımızı dışarıda yıkıyoruz. Eve ek yapmak lazım. Ama suyun altında kalacak ye re niye para harcayalım? Kimse taş taş üstüne koymak istemiyor.”

Soğuk bir kış günü Eşelek Köyü’nün boş sokaklarında hüzün vardı, terk edilmişlik vardı, anıların kalıntıları vardı.

Adaya gitmektense… Köyün taşınacağı haberi kısa sürede yayıldı. Adaya gitmek istemeyenler kendilerine yeni bir yaşam kurmanın telaşına girdi. Önce gençler terk etti köyü. Biga’ya, Çan’a, Çanakkale’ye yerleştiler. Gökçeada’ya gitmektense doğdukları topraklara yakın bir yerlerde yeni yaşamları tercih ettiler. Daha sonra ailelerini yanlarına aldılar. Çoluk çocuk Eşelek Köyü’nü barajın suların dan önce terk etti. Köyden ayrılmamakta direnen birkaç kişi son güne kadar bekleme kararı aldı. Köyün muhtarı Nazmi Ceylan başta olmak üzere köyün yaşlıları sonuna kadar köyde kalmaya kararlıydı. Köy batacak, sulara gömülecekti ama onların gidişi o kadar kolay olmayacaktı. Komşularının gidişlerini seyrettiler, yıllardır beraber oldukları insanları uğurladılar. Yaşadıkları o mutlu günleri anılarına yerleştirdiler.

Artık köyde yaşamın eski tadı kalmamıştı. Çirkindere’nin suları köyü yutmadan terk edilmişliğin hüznü yutmuştu köyü. Onlar için de artık fazla bir zaman kalmamıştı. 1 Haziran’da Bakacak Barajı’nın kapakları kapanacak ve vadi su tutmaya başlayacak. Sonunda onlar da Eşelek’i terk edecek.

Gökçeada’daki yeni evlerine taşınmadan önce Eşelekliler köylerini hatırlatan bir şeyler götürmek istediler. Kimileri ağaçları taşıyalım dedi, kimileri evlerinden birer parça götürmek istedi. Ancak Eşelek’i hatırlatacak en önemli şey köyün meydanında duruyordu. Camiin minaresi… Minarenin Gökçeada’ya taşınmasına karar verildi. Kesme taştan yapılan minarenin ustası bulundu. Anlaşma sağlandı. Köy suların altında kalmadan önce minareyi yapan usta kendi elleriyle yerleştirdiği taşları tek tek sökecek, hepsini numaralandıracak ve Eşeleklilerin Gökçeada’daki yeni yerleşim merkezlerine minareyi taşıyacak. Minareye her baktıklarında Eşelek köyünü hatırlayacaklar.

Soğuk ve rüzgârlı bir gün de Eşelek Köyü’nden uzaklaşırken 8 yaşındaki Musa’nın sözleri geliyor aklımıza “Evimiz balıkların yuvası olacak.”

Çanakkale’nin Biga ilçesi ne bağlı Eşelek Köyü birkaç kilometre ötede yapımı süren Bakacak Barajı’nın suları altında kalacak. 80 haneli köyün sakinleri yeni yaşamlarını kurmak üzere Gökçeada’ya göç edecekler. Köy İşleri il Müdürlüğü’nün onlar için seçtiği Aydıncık Mevkii’nde yaşayacaklar. Orada çalışıp, orada eğlenecekler. Orada evlenip, orada doğuracaklar ve orada ölecekler.

Yüz yıllar önce atalarının Kocaçay, Çirkindere ve Bezirgan çaylarının birleştiği yerde yeni bir yaşamı başlattı Eşelek Köyü ise yaşanan tüm anılarıyla birlikte sulara gömülüp gidecek, haritadan silinecek.

14-20 Mart 1998

Remzi Gökdağ

Gazeteci, yazar ve dijital yayıncı Remzi Gökdağ, Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

BAŞKA ŞEHİRLER

Efsane isimlerin izinde gizemli yolculuklar

Sevgili İstanbul

Eski İstanbul'dan anılar, gerçek hayat hikayeleri

AMERİKAN MEDYASINDA 11 EYLÜL

11 Eylül saldırıları ve Amerikan medyasının olaya yaklaşımı

PARK OTEL OLAYI

Bütün ayrıntılarıyla Park Otel mücadelesi...
Önceki Yazı

Çevre cinayetine tanık fotoğraflar

Sonraki Yazı

Köprü savunmasız