Dolmabahçe’nin yeşil yamaçlarında yükselen Gökkafes, “turizmi teşvik” adına gökdelen hakkını koparan, buna karşı yüzde 82’si “ticaret merkezi” olan ayrıcalıklı bir projeydi. Binanın yükseldiği arazi, 1980’lere dek “Boğaz manzaralı” bir yeşil alandı. Aynı alan ve aynı manzara, hukuka aykırı girişimlerle İstanbulluların elinden nasıl alındı?
Aşağıda okuyacağınız yazı 31 Ekim 1993 tarihinde Oktay Ekinci imzasıyla Cumhuriyet Dergi’de yayınlandı. O dönemde Mimarlar Odası’yla birlikte yaptığımız mücadelede bina sahipleri bana ve Cumhuriyet Gazetesi’ne dava açmıştı. O günlerde rekor bir tazminat talebinde (dönemin rakamıyla 2 milyar lira) bulundular. Davayı kaybettiler ama binalarını hizmete açmayı başardılar. Oktay Ekinci bu süreci en ince detaylarıyla bilen ve mücadelemize en büyük desteği sağlayan bir kişiydi. Süreci baştan sona bire bir yaşadı. Onun bu yazısı tarihe düşülen bir not niteliğindedir.

“Görsel ve yazılı basının değerli temsilcileri. Bugün sizlere, “İstanbul’un bağrına saplanmış hançerler” diye değerlendirdiğimiz gökdelenlerden birisi olan Dolmabahçe’deki Süzer binası ile ilgili olarak bir müjde vermek istiyorum. Büyükşehir Belediye Meclisimiz, Taksim Turizm ve Ticaret Merkezi ile ilgili bir karar almış ve tek imza ile 134 metreye çıkarılan seviyeyi 24.50 metreye düşürmüştür. Belediye Meclisimizin bu kararı, Bayındırlık İskan Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı’nca da onaylanarak, kesinleşmiştir…”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen, 26 Kasım 1992‘de düzenlediği basın toplantısındaki konuşma metninde kamuoyuna bu “müjdeyi” verirken, İstanbul 3. Asliye, Hukuk Mahkemesi’nde de ilginç bir dava başlıyordu.
1980 öncesindeki planlarda kentin en önemli yeşil alanlarından biri olarak ayrılan Dolmabahçe yamaçlarına 44 katlı bir gökdelen dikmeye başlayan Süzer, Cumhuriyet gazetesi ve Mimarlar Odası aleyhine 2 milyarlık tazminat davası açmış, gerekçesini ise şu savlara dayandırmıştı:
1-“Gökkafes” adlı bina, Bakanlar Kurulu kararı ile “Turizm Merkezi” olarak ilan edilen parselinde, Turizm Bakanlığı ile Belediye’nin onayladığı imar planı ve projelere göre inşa edilen, ayrıca “çağın gereği” olarak da yüksek tutulan bir binaydı. Mimarlar odası bu “yasal” ve “çağdaş” binaya “beton canavar, kentsel cinayet” vb. gibi “çirkin ve yakışıksız” suçlamalarda bulunarak, mal sahibi şirketi “kamuoyunda aşağılamak, küçük düşürmek gayesi” gütmüştü. Cumhuriyet gazetesi de Oda’nın bu görüşlerini kamuoyuna yansıtarak, “haksız fiil” niteliğinde yayın yapmıştı. O nedenle, her iki kurum da “ticari itibarlarını zedeledikleri” Süzer şirketine 1 milyar lira “manevi tazminat” ödemeliydiler…
2- Yine, gerek Mimar Odası’nca Gökkafes’e karşı sürdürülen kampanya nedeniyle, gerekse Cumhuriyet gazetesinde binayı eleştiren yayımlanın sürmesi sonucu, gökdelenin 44 katından 3 tanesini satın almak isteyen bir firma, daha sonra “vazgeçmiş”; böylece Süzer, bu alışverişin gerçekleşmemesi yüzünden büyük zarara girmişti. O nedenle de her iki kurum, “Süzer’in kazancına engel oldukları için ayrıca 1 milyar lira “maddi tazminat” ödemeliydiler…
İşte bu savlarla 28 Ekim 1992 tarihinde açılan ve hukuk tarihinde belki de ilk kez, bir kentin değerlerini korumak için çaba gösterenlerin tazminat tehdidi” ile karşılaştıkları dava, tarafların karşılıklı suçlama ve savunmalarıyla başlamış oldu.
Ve yine belki de ilk kez, bir kente ve o kent halkına karşı açıkça suç işleyerek, bir yeşil alan üzerinde “ayrıcalıklı imar hakkıyla” gökdelen inşa edenler “davacı”; buna karşın böylesi bir çevre cinayetinin durdurulması için çaba gösteren ve “ilgilileri uyaranlar” ise “davalı” oluyorlardı…
Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Özgen Acar, “Tazminat Terörü” başlıklı yazısında, gazetenin bu davayla ilgili görüşünü okurlara şöyle aktarmıştı:
“Yasadışılık çizgisinde bulunan ya da bireysel çıkarlarını toplumsal değerlerin önüne koymak isteyen bazı kişi ya da kurumların, basın aleyhinde tazminat davaları açmaları son günlerin modası… Dolmabahçe sırtlarında yükselen bir cam kafes bina olayını belgelere dayanarak okurlara duyurdunuz mu yandınız… Cumhuriyet hakkında, Mimarlar Odası ile birlikte tazminat davaları açılmıştır. Hem de iki milyar lira gibi rekor bir istemle… Amaç, gazetelere gözdağı vermektir… “Tazminat Terörü” yaratarak basını susturmaktır…” (16 Kasım 1992)
Diğer “davalı” Mimarlar Odası da mahkemeye sunduğu “savunma” dilekçesinde, şehircilik bilimine, kamu yararına ve İstanbul kentsel değerlerine aykırı görülen bir yapıyı eleştirmenin ve inşasını önlemek için girişimlerde bulunmanın “mesleki ve kurumsal görevi” olduğunu ayrıntılarıyla açıklamış: davaya konu olan belgeler arasındaki, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve tüm bakanlara gönderdiği yazıda ise şunları vurgulamıştı:
“Tarihsel kentimizde ikinci bir Park Otel faciasına yol açacağı tüm uzman kuruluşlarca ve Oda’mızca da dile getirilmiş olan bu proje, İstanbul’un Dolmabahçe bölgesindeki tarihsel ve doğal peyzajım yok edeceği gibi, yöredeki teknik ve sosyal altyapıya da çözümü olmayan bir tıkanıklık getirecektir… Bu nedenlerle, böyle bir gökdelene olanak sağlayan 13/8/1984 günlü Bakanlar Kurulu Kararıyla “turizm merkezi” ilan edilen Süzer’in Gökkafes adlı binasının yapılmak istendiği alanın, yeni bir Bakanlar kurulu Kararıyla turizm merkezi olmaktan çıkartılması ve böylece, yakın geçmişte İstanbul’a yönelik işlenen kentsel suçlardan çok önemli birine hükümetinizce “dur” denilmesini arzu ediyoruz…”
İlk soruşturma “hakaret” üzerine
Süzer’in açtığı dava, henüz “hazırlık soruşturması” aşamasındayken, Cumhuriyet gazetesi ile Mimarlar Odası’nın ilgili ve sorumlu kişileri, 1992 yılı Aralık ayında “sanık” olarak savcılığa ifade vermeye çağrıldılar.
“Sanıklar” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu’nda savcının huzuruna çıktıklarında, Süzer’in sadece “tazminat terörü” ile yetinmediğini, ayrıca Gökkafes’e “beton canavar” denildiği için “kendisine hakaret” edildiği gerekçesiyle de “şikâyetçi olduğunu” anladılar.
Bu şikayet üzerine, “5680 sayılı Kanunun 30. maddesine muhalefetten”, yani kişiye hakaret suçundan sanık olan gazete ve Oda yetkilileri, tazminat davasındaki “savunmalarını” Cumhuriyet Savcısı’na da verdiler. Savcının “kamu adına” yönelttiği soruları, yine “kamu yararını gözeterek ve kamu görevi bilinci içinde” davrandıklarını anlatarak yanıtladılar.
Böylece, hemen aynı günlerde, bir yandan Süzer’in gökdelen inşaatının sesleri Dolmabahçe sırtlarında “özgürce” yankılanırken, öbür yandan Adliye’deki soruşturma odasından da ifadelerin yazıldığı daktilo sesleri duyuluyordu. Sonunda, savcının kanaati de Gökkafes’i eleştirmek ve eleştirileri kamuoyuna duyurmakla “hakaret suçunun teşekkül etmediği” yönünde olmuş soruşturma sonucunda verilen 31.12.1992 günlü “takipsizlik kararı” şöyle noktalanmıştı:
“Zikredilen sebeplerle Cumhuriyet gazetesinin yazı işleri müdürü Füsun Özbilgen, aynı gazetenin muhabiri Remzi Gökdağ ve sanık Oktay Ekinci hakkında amme adına takibata mahal olmadığına… CMUK’nun 164. ve 165. maddeleri uyarınca karar verildi.”
Ve tazminat davasında da “ret” kararı
“Sanıklar” böylece savcılık tarafından aklanırken “davalı” olarak yargılandıkları tazminat davasının ilk duruşması ise 18 Aralık 1992 günü yapılmış. “sosyal ve ekonomik durumlarının araştırılması için, ikinci duruşma 20 gün sonraya ertelenmişti.
Böylece başlayan ve bir yıla yakın süren yargılamanın ardından, İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi 30 Eylül 1993 tarihinde, “yerinde görülmeyen ve sabit olmayan davanın reddine” kararını verdi. Mahkeme, 1993/351 no.lu karanını uzun ve ayrıntılı bir gerekçeyle açıklıyor, karar metninde şu ifadelere yer veriyordu:
“Sehirci H. Prost’un hazırladığı İstanbul Planı’nda üç büyük parktan biri olarak gösterilen Maçka-Gümüşsuyu Dolmabahçe üçgenindeki vadinin, sonraki şehir planlarında da yeşil alan olarak korunmaya çalışıldığı…”
“Mimarlar Odası’nın, bu taşınmazda yapılması tasarlanan yapının bittikten sonra alacağı biçimi gözeterek, bu yapının şehircilik bilimi ve sanatı açısından İstanbul’a zarar vereceği, kentsel çevre açısından kötü bir örnek olacağımı savunduğu ve bu nedenlerle bu yapının yapılmaması için gerekli gördüğü idari başvuruları ve açıklamaları yaptığı ve yapmaya devam edeceği…”
“Cumhuriyet gazetesindeki yazılarım güncel ve gerçek birer haber olarak kamuoyunu aydınlatmak ve kamu yaran gayesi ile neşredildiği, kasıt unsuru bulunmadığını…”
“Türkiyenin tarihi, coğrafi, turistik öneme haiz doğal ve fiziksel güzelliklerini kapsayan ve dünyada da büyük ve güzel şehirlerin ilk sıralarinda gelen İstanbul’un doğal ve fiziki yapısını ve görünümünün daha fazla bozulmaması, yeşil alanları azalmaması, yeterince sıkıntı yaratan altyapı hizmetlerinin daha da kötüye gitmemesi gayesi ile davalı Oda’nın bu bina nedeniyle yaptığı çalışmaları yasadan kaynaklanan hakkın, kamu yararı nedeni ile icrasından ibaret görülüp kasıt ve haksız fil unsuru görülmediğinden ayrıca davalıların sahip ve mensubu oldukları gazetedeki neşriyatın da Anayasa ve yasalardan kaynaklanan, mesleki ve yasal görev icabı kamu yararına yönelik olması karşısında dava yerinde görülmemiştir…”
Şimdi “sanık” kimler?
İstanbul 3. No.lu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 30.09.1993 gün ve 1993/351 sayılı kararı, çıkarcı kesimlerin, kente ve çevreye sahip çıkanların üzerinde kurmak istedikleri baskılara karşı “hukuksal güvencenin” önemli bir belgesi olma niteliğini taşıyor.
Gökkafes’ten ötürü koskoca bir tarihsel kent açıkça zarar görürken; ve bu zarar, inşaatın her yükselen katıyla daha da katmerleşirken, binaya karşı çıkılmasından ötürü “kişisel zarara” uğradığını ve bu nedenle tazminat isteme hakkını kendinde görebilen bireyci anlayışlara, hukukun verdiği anlamlı bir yanıt oluyor. Süzer’in tazminat davası, “temyiz hakkı” ile birlikte şimdilik böyle sonuçlanırken, bu davayla birlikte açığa çıkan bazı konuların da artık “gecikilmeden soruşturulması gerekiyor. Bunları, ilgili ve yetkili tüm “adli” ve “idari” kurumların bir kez daha bilgilerine sunalım:
1) Binanın kat adedi, Belediye ve Bakanlıkça onaylı planlarda 8 kata inmişken ve bu nedenle inşaat, “8 katlı yeni bir projeyle ruhsat alınıncaya dek” mühürlenmişken, herkesin gözü önünde bu inşaat nasıl hâlâ “kaçak olarak” devam edebiliyor? Acaba, “sanık” kimler?
2) Bakanlar Kurulu bu arsayı, “otel yapılsın ve ülkeye döviz gelsin” diyerek turizm merkezi yapmış. Oysa dikilmek istenen gökdelenin sadece % 18’i turizme ayrılmış: gerisi ise “iş merkezi”. Yani, aslında kocaman bir “işhanı”.
Bu proje, bu niteliğiyle, devleti “turizm” diye kandırıp, o nedenle özel ve ayrıcalıklı imar iznini kopanp, ardından iş merkezi kurarak, bir tür “suiistimal” içermiyor mu? Bu kandırmacada da acaba “sanık” kimler?
3) Süzer, “binanın 3 katını satamadığından” şikayetçi ve bu nedenle tazminat istedi. Bir otelin üç katı satılamayacağına göre, “turizm merkezi” hakkıyla inşa ettiği binada “yap-satçılık” yaparak, “kamu yararı” adına elde ettiği bir tartışmalı imar iznini doğrudan “kişisel çıkarı” için kullanmış olmuyor mu? Bakanlar Kurulu, iş merkezi inşa edip katlarını satmak isteyen her müteahhide, böylesi bir yüksek imar hakkı tanıyabilir mi? Bu uygulamanın adı, “turizmi teşvik” olabilir mi? Acaba, bu alışverişte de “sanık” kimler?..
Görülüyor ki Gökkafes, sadece görsel açıdan değil, kente ve topluma karşı sorumluluklar açısından da bir “çirkinlik abidesi” olarak yükseliyor.
Zaten, kent yağması ne zaman güzellik yaratabilmiş ki?
KAYNAK: CUMHURİYET DERGI 31 EKIM 1993 SAYI 397
Cumhuriyet’e tazminat davası
Bu da davanın reddedildiğine dair 19 Ekim 1993’te Cumhuriyet’te çıkan haber.
Gökkafes’in sahibinin açtığı dava reddedildi

Mustafa Süzer’in Mimarlar Odası ile Cumhuriyet gazetesi aleyhine açtığı 2 milyar liralık tazminat davasında mahkeme, ‘ret’ kararı verdi.
İstanbul Haber Servisi- Beton canavar “Gökkafes”in sahibi Mustafa Süzer’in Mimarlar Odası ile Cumhuriyet gazetesi aleyhine açtığı 2 milyar liralık tazminat davasında mahkeme, ret” kararı verdi.
İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararında, İstanbul’un doğal ve kültürel zenginliğini tehdit eden Dolmabahçe’deki “Gökkafes” inşaatina karşı Mimarlar Odası’nın yürüttüğü kampanyanın “kamu yararına” olduğu ve odanın “yasal görevleri” içerisinde bulunduğu vurgulandı.
Aynı kararda, söz konusu inşaata karşı sürdürülen kambanyayı kamuoyuna duyuran Cumhuriyet gazetesinin de, anayasa ve yasalardan kaynakyükümlülüğünü yerine getirdiği, Gökkafes’e yönelik eleştirileri içeren haberlerin diğer yayın organlarında da yer aldığı, nitekim bu kampanya ve yayınlara koşut olarak yetkili mercilerce binanın yüksekliğinin sekiz kata indirildiği ve tüm bu eylemlerin “mesleki ve yasal” görev olarak yapıldığı belirtidi.
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, mahkeme kararını “çıkarcı kesimlerin, kente ve çevreye sahip çıkanların üzerinde kurmak istedikleri baskılara karşı hukuksal güvencenin anlamlı bir belgesi” olarak niteledi.
Dolmabahçe Turizm AŞ, “beton canavar, kentsel cinayet, yükseklik korkusu” gibi haberlerle kendilerini aşağıladığı ve aleyhte kamuoyu yarattığı gerekçesiyle gazetemize ve “ticari itibarlarını karalamaya yönelik” tebliğ ve yayınlar yaptıkları iddiasıyla da Mimarlar Odası’ na karşı, 2 milyar liralık maddi ve manevi tazminat davası açmıştı. Ancak Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ile gazetemizin imtiyaz sahibi Berin Nadi, Yazıişleri Müdürü Füsun Özbilgen ve haberleri yapan muhabir Remzi Gökdağ aleyhinde açılan 2 milyar liralık tazminat davası mahkemece reddedildi.
İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi, inşaatı başlatan şirketin 1 milyar lira maddi, I milyar lira da manevi tazminat talebini şu gerekçelerle reddetti:
“Söz konusu inşaat, İstanbul Gümüşsuyu’nda İTÜ ile İnönü Stadyumu arasında sade davalı gazete (Cumhuriyet) değil, diğer basın organlarında da yayımlanan tüm İstanbulluların bildiği ve kamuyu ilgilendiren yüksek irtifalı olacağı, çevreyi, görüntüyü bozacağı hususunda yaygın söylenti olan bir inşaattır. Türkiye’nin tarihi, coğrafi, turistik öneme haiz doğal ve fiziksel güzellikleri kapsayan ve dünyada da büyük ve güzel şehirlerin ilk sıralarında gelen İstanbul’un doğal ve fiziki yapısının ve görünümünün daha fazla bozulmaması, yeşil alanların azalmaması, yeterince sıkıntı yaratan altyapı hizmetlerinin daha da kötüye gitmemesi gayesi ile davalı Mimarlar Odası’nın bu bina nedeni ile yaptığı çalışma basına ve ilgili resmi mercilere başvuru ve beyanatları yasadan kaynaklanan hakkın, kamu yararı nedeni ile icrasında ibaret görülüp kasıt ve haksız fiil unsuru görülmediğinden, ayrıca davalıların sahip ve mensubu oldukları gazetedeki neşriyatında anayasa ve yasalardan kaynaklanan güncel ve kamuyu yakından ilgilendiren bir haber mahiyetinde olup manevi tazminatın yasal unsurlarından hiçbiri gerçekleşmediği gibi, davacı tanıklarının yeterli görülmeyen ifadelerinden başka maddi zarar oluştuğu ispatlanamadığından, bir an için bu neşriyat nedeni ile inşaatın yavaşlaması ya da durması hatta yüksekliğinin resmi mercilerce azaltılması hususlarının gerçekleştiği düşünülse bile, bu eylemlerin kasten davacıya zarar vermek gayesi ile değil, mesleki ve yasal görev icabı kamu yararına yönelik olması karşısında dava yerinde görülmemiştir.”
“Özel Turizm Bölgesi” ilan edilmesinden sonra, İnönü Stadyumu’nun hemen yanında yapımına başlanan Gökkafes, Turizm Bakanlığı’ndan 44 kat için izin almıştı. Ancak daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, yapının İstanbul’a vereceği zararlan göz önüne alarak imar planında kat sınırını 8 kata indirince, Turizm ve Bayındırlık bakanlığı da inşaatı sekiz katla sınırladı. Bunun üzerine inşaata başlayan Dolmabahçe Turizm şirketi, gazetemiz ve Mimarlar Odası aleyhine söz konusu davayı açtı.
Gökkafes’in Hikayesi
Yaygın bilinen adıyla “Gökkafes” sahiplerinin verdiği isimle Süzer Plaza…
İstanbul’un silüeti parsel bazında yapılan imar değişiklikleri ile değişti. Bu değişimin öncüsü bugün Süzer Plaza olarak da bilinen Gökkafes’ti.
Dönemin belediye başkanının dikey olmasını istediği “Gökkafes” diğer binaların “öncüsü” oldu. İstanbul 2000’li yıllarda Sultanahmet Camii’nin minarelerinin arkasındaki kuleler ile tanıştı. Tarihi İstanbul kadar eski olan İstanbul silüetini neden koruyamadık? Korumak isteyenleri, kim nasıl engelledi?
İşte yanıtı….
İstanbul’a tepeden bakan Dolmabahçe’deki bu binanın yapılış öyküsü, Türkiye’de imar anlamında “olmazın” nasıl olabildiğinin de gösteren örneklereden biridir. 18 yıl boyunca “isteyenler” ve “istemeyenler”in tartışmalarına konu olan 134 metrelik, 34 katlı “Gökkafes”in öyküsü 1983 yılında başladı ve 2001 yılına kadar devam etti.
1983 yılında Süzer Grup, “Gökkafes”in inşa edildiği araziyi 159 milyon liraya satın aldı. Arazi, satın alındığı tarihte imar planında yeşil alan olarak görünüyordu. Satın alınmasından tam 17 gün sonra 12 Eylül askeri darbesi ardından kurulan Bülent Ulusu Hükümeti “Gökkafes”e yol verdi. 22 Temmuz 1983’te, Devlet Planlama Teşkilatı’ndan (DPT) aynı araziye otel yapma izni çıktı. Belli ki, satışın çok öncesinden Ankara koridorlarında proje için girişimler başlamıştı. DPT’nin verdiği inşaat izni 8 kat veya 24 metre yükseklikle sınırlıydı. 8 kat izinli otelin 34 kata çıkmasının yoluysa yaklaşık bir yıl sonra Ankara’dan gelen kararla açıldı.
13 Haziran 1984’de Bakanlar Kurulu söz konusu araziyi turizm alanı ilan etti. Aynı yıl Anavatan Partisi’nden İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Bedrettin Dalan döneminde Belediye Meclis’ine getirilmeden tek bir imza ile yapılan değişiklikle “Gökkafes”in yüksekliği 134 metreye, işyeri yoğunluğu ise yüzde 80’e çıkarıldı.
1987 yılında belediyeden alınan ruhsatla inşaatın temeli atıldı. 1989 yılında Büyükşehir Belediye Başkanı değişti. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Nurettin Sözen “Gökkafes”i durdurmak istedi, inşaatı mühürledi, “tarihi silueti bozduğu” iddiasıyla hukuk mücadelesi başlattı. Mühürleme işleminin Beyoğlu Belediyesi tarafından yapılması gerektiğinden, Süzer Grup, açtığı davayı kazanarak mührün kaldırılmasını sağladı. Aynı yıl Beyoğlu Belediyesi de plan tadilatı yaparak, inşaat iznini 24.5 metre yüksekliğine indirdi. Ekim 1992’de Bayındırlık Bakanlığı’nın inşaatın 24.4 metreyi geçmeyeceği kararı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ulaştı. Karar 4 Kasım 1992’de Turizm Bakanlığı’nca onaylandı. “Gökkafes”in artık yükselmeyeceği ümitleri belirmişken Danıştay 6. Dairesi de mühürleme davasında inşaat sahipleri lehine karar verince inşaat yeniden yükselmeye başladı. “Gökkafes”in yükselmemesi için uğraşan İstanbul’un eski Büyükşehir Belediye Başkanlarından Nurettin Sözen, “Gökkafes”in arkasında siyasi koruma olduğunu söylüyordu.
1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine gelen Recep Tayyip Erdoğan “Gökkafes”in yıkımı için çaba harcadı. Büyükşehir Belediyesi bölgenin SİT alanı ilan edilmesi için harekete geçti ve 26 Haziran 1997’de “Gökkafes”i bir kez daha mühürledi. Beyoğlu Belediye Başkanlığı hukukçuları, 1997’de söz konusu araziye bina yapılamayacağına dair Abdülhamit şerhinin tapuya konulması için yeniden mahkemeye başvurdu. İnşaat alanının bağlı olduğu Beyoğlu Belediyesi’nin açtığı dava inşaatı zora sokuyordu. Bu zorluğu aşacak formül de bulundu. Dönemin hükümetinin iktidar ortaklarından ANAP’ın girişimiyle İstanbul Valiliği söz konusu bölgedeki ilçe belediyesi sınırlarını değiştirdi. “Gökkafes” inşaatının bağlı olduğu alan bir günde Beyoğlu Belediyesi sınırlarından çıkarıldı, Şişli Belediyesi sınırlarına dahil edildi. ANAP’lı Şişli Belediye Başkanı Cüneyt Akgün’ün “Gökkafes”e karşı bir girişimi olmadı.
10 Eylül 1998’de Turizm Bakanlığı’nın resen onayladığı imar planı “Gökkafes”in rahatça yükselmesi için önündeki engelleri kaldırdı. Mesut Yılmaz Başbakanlığı’ndaki ANAP-DSP-DTP Hükümeti’nin Turizm Bakanı İbrahim Gürdal döneminde çıkarılan bu imar planı da yargıya taşındı. Danıştay 6. Dairesi 2’ye karşı 3 üyenin oyuyla söz konusu Uygulama imar Planı’nın yürütmesinin durdurulmasını kararlaştırdı. Davacı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin itirazını Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu değerlendirdi ve 12’ye karşı 15 üyenin oyuyla kararı bozdu yani Turizm Bakanlığı’nın planına onay verdi. Bu karar artık “Gökkafes”in önünün yargı tarafından da açıldığına işaret ediyordu. 28 Nisan 2001 tarihli bu karardan çok kısa bir süre sonra da “Gökkafes” açıldı.