İstanbul Radyosunda

Sevgili İstanbul TRT Radyo 1’de

Biz böyle bir kentte yaşadık mı? Yoksa o günler bir rüya mıydı? Bugün İstanbul’un beyefendileri ve hanımefendiler ile kentin değişen geçmişine bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta Beyazıt’ta Sultanahmet’teki okuluna giden çocuğun heyecanı, Eyüp Sultan’da güvercinlere Yem atan kız çocuğunun mutluluğu, Narlı kapı çıkmazında kesişen hayatlar, Nevizade’nin dünü, Yeşilçam’ın parlak yılları, Fatih’in ahşap evlerinden yükselen kömür dumanı, Nişantaşı sokaklarının parfümü var. Yirmi çok özel ismin eski İstanbul’da yaşadıkları, sürprizleri, hayal kırıklıklarını, çocukluk yıllarının masum anılarını bir araya toplayan Sevgili İstanbul kitabını yazarı Remzi Gökdağ anlatacak.

TRT Radyo 1’de her çarşamba saat 15:30’da yayınlanan Tam Zamanı programının bu haftaki konusu Sevgili İstanbul kitabıydı. Yarım saat süren keyifli söyleşide dilim döndüğünce kitabı anlatmaya çalıştım. Neden böyle bir çalışma yaptığımı, kimlerle konuşup kitabı nasıl hazırladığımı ve konuştuğum kişilerle ilgili izlenimlerimi paylaştım. Uzun bir zamandan sonra tekrar bir radyo programına konuk olmak ve canlı yayında soruları yanıtlamak heyecanlı olsa da program yapımcıları Esin Yolçınar, Aybeniz Uçan ve programın sunucusu Ömer Faruk Zora‘nın sıcak konukseverlikleri bu heyecanı yenmemde çok yardımcı oldu. Tam Zamanı programı vesilesiyle yıllardır uğrayamadığım TRT Harbiye binasında bulunmak günün anlam ve önemine de uyuyordu. Bu ziyaret bir anlamda keyifli bir nostaljik yolculuktu benim için.

Zamanınız olursa Tam Zamanı programını kaçırmayın, dinleyin derim. Gezi, fotoğraf, lezzet, arkeoloji, macera, deniz gibi konularda birbirinden güzel yayınlara imza atıyorlar. Programa emeği geçen herkese tekrar teşekkürler.Yayını dinleyemeyenler, kaçıranlar söyleşimizin kaydını aşağıdaki linkte bulabilir, programı baştan sona (yaklaşık 20dk.) dinleyebilirsiniz.

Tam Zamanı – 31.03.2015


Söyleşinin tam metnini aşağıda okuyabilirsiniz.

TRT Kent Radyo İstanbul kitap söyleşisi

Biz böyle bir kentte yaşadık mı? Yoksa o günler bir rüya mıydı? Bugün İstanbul’un beyefendileri ve hanımefendiler ile kentin değişen geçmişine bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta Beyazıt’ta Sultanahmet’teki okuluna giden çocuğun heyecanı, Eyüp Sultan’da güvercinlere Yem atan kız çocuğunun mutluluğu, Narlı kapı çıkmazında kesişen hayatlar, Nevizade’nin dünü, Yeşilçam’ın parlak yılları, Fatih’in ahşap evlerinden yükselen kömür dumanı, Nişantaşı sokaklarının parfümü var. Yirmi çok özel ismin eski İstanbul’da yaşadıkları, sürprizleri, hayal kırıklıklarını, çocukluk yıllarının masum anılarını bir araya toplayan Sevgili İstanbul kitabını yazarı Remzi Gökdağ anlatacak.

Önce sizin İstanbul’un sizden başlayalım. Sonra kitaptaki yirmi ismi anlatırsınız.

1968 yılında İstanbul’da doğdum. Çocukluk yıllarım İstanbul’un en eski semtlerinden birinde, Beşiktaş’ta geçti. Fakat Beşiktaş’a ait anılarım fazla değil. Çünkü dört yaşında Çapa’ya taşındık. Çapa, Tarihi Yarımada’nın ortasında bir yerdir. Bizans yapıları ve Osmanlı mimarisinin de örneklerinin görülebileceği bir bölgedir. Tarihi Yarımada’nın ortasında derken Topkapı surlarına yürüme mesafesinde, Vatan Caddesi’ne ve Samatya Aksaray’a. Böyle bir yerde çocukluğum geçti. Mahallede keşfedilmemiş eski bina, tırmanmış ağaç bırakmadık ve arkadaşlarımızla çok keyifli günler geçirdik. Daha sonraki yıllarda ilk ve orta öğrenimimi de aynı semtte yaptım. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda bitirdim. İstanbul’un en eski semtleri ve tarihi anlamda en fazla yapıyı barındıran semtler var burada. Çocukluk yıllarındaki o günlerden aklımda kalan hatıraları tekrar bulmak için bir şeyler yapmak geldi içimden ve böyle bir çalışmaya giriştim. Sevgili İstanbul böyle bir düşüncenin sonucunda ortaya çıktı.

İstanbul’da gazetecilik yaptığınız yıllarda da İstanbul’un mimari dokusuyla, yeni yapılan binalarıyla ilgili de çokça haber yapmışsınız. Biraz onlardan da bahseder misiniz? Yani İstanbul’a dair? İstanbul’un siluetine veya yapılanmasına dair ilginiz mesleğinizi icra ederken de mevcut. Onu da biraz anlatın istiyorum.

Gazetecilik mesleğine henüz plazaların olmadığı bir dönemde başladım. Bahçesinde ahşap bir konak bulunan bir gazetedeydi ilk meslek günlerim. Gazeteciliğe başladığımda alanım İstanbul’dur. Bu alanı ben seçmedim tabii ki. Gazetenin o dönemki yönetimi ihtiyaç gördü ve beni bu alana tayin etti. Muhabir olarak başladım. İstanbul’a olan sevdam mesleğimin de ilham kaynağı olmasına neden oldu. Bir taşla iki kuş vuruyor gibiydim. Zaten sevdiğim bir kent vardı ortada ve çok sevdiğim mesleği yapıyordum, kenti inceliyordum. Yani o kentle ilgili olan bütün haberler, yorumlar, belediye meclislerinden çıkan kararlar, imar uygulamaları hepsi mercek altındaydı, ilgi alanım içindeydi. Bu ister istemez İstanbul’u çok daha yakından bilerek öğrenmeme neden oldu. O dönemde imar uygulamaları ve alınan kararlar sonucunda yitirdiğimiz pek çok yeşil alan, tarihi bina bugün artık maalesef yok. Bunu üzülerek söylüyorum. Geriye dönüp baktığımda keşke bir şeyleri değiştire bilseydik, verdiğimiz mücadeleyi sonuca ulaştırabilseydik diye düşünüyorum. Ama maalesef bizler kent savunmasını yapan İstanbul severler bu mücadelede yenilen taraf oldu. Kazananlar maalesef kentin tarihi kimliğini yok eden, kent yaşamını biçimsiz eleştiren yapılara imza atanlar oldu. Bir şeyler değiştirilebilirdi. Elimize fırsatlar geçmişti. O dönemde maalesef kolay yolu seçtik. Mücadeleyi kaybettik diyorum çünkü o dönemde kent bilinci oluşturan bir topluluk vardı etrafımızda ve çok farklı bir yöne gidebilirdi İstanbul. Örneğin bir Park Otel mücadelemiz kent bilinci tarihine geçmiş bir olaydır. O semtin insanları büyük bir mücadeleye giriştiler. Bu mücadele taşlı, sopalı ya da polise karşı yapılmış bir mücadele değildi. Tamamen hukuk arayışının bir sonucuydu ve bu mücadeleyi kazandılar. Park Otel, İstanbul kent bilinçlenme tarihine de bir örnek, bir nokta teşkil ediyor. O yüzden önemli bir konudur. Fakat o dev binayı durduran kesim, hemen o binanın birkaç yüz metre ilerisinde, yokuşun aşağısında bir başka binayı durduramadı. Veya başka semtlerde İstanbul’un kimliğini bozan yapıları durduramadı. Park Otel’in suçu neydi diye soruyorlar bana. Bir mücadeleydi, örnek bir mücadeleydi, sembolik bir mücadeleydi. Keşke bunları diğerlerinde de başara bilseydik. Ancak başaramadık.

Peki bu kitap nasıl ortaya çıktı? 20 isim ismi nasıl belirlediniz, nasıl seçtiniz? Onlarla ne zaman, nasıl buluşup röportaj yaptınız ve bu kitabı hazırladınız? Pardon hemen söyleyeyim, bizi dinleyenler için kitabın adı Sevgili İstanbul Yayınları’ndan çıktı. Alt başlığı da Eski İstanbul’dan Anılar, Gerçek Hayat Hikayeleri. Remzi Gökdağ anlatıyor, buyurun.

Kitap fikri aslında Türkiye’den çok uzaklarda, dünyanın bir başka köşesinde oluşmuştu. Ben uzun yıllar yurt dışında yaşadım ve İstanbul’u maalesef ihmal ettim. Çok sevdiğim bir kentten ayrı yaşamak durumunda kaldım. Yurtdışında geçirdiğim günlerde İstanbul gözümde tütüyordu. Şu an herkesin, İstanbul’dan uzak yaşayan herkesin hissedebileceği bir duygudur bu. Kentim için bir şeyler yapmak ihtiyacı duydum. Daha doğrusu bu kente karşı kendimi borçlu hissediyordum. Bir şekilde bu borcumu ödemem gerekiyordu. Döndüğümde önce arşivim ve yaptığım haberler karşıma çıktı. Daha sonra fotoğraflarımı taradım. Karşımda isimler belirdi. Bu yirmi isme ulaşmak çok zor olmadı ve kendilerine ulaşıp projeyi anlattığımda her biri severek kabul etti. Heyecanlanmıştım ama kendi heyecanımı bastıran bir heyecan hissettim karşı taraftan. Bu isimleri belirlerken değişik meslek gruplarında farklı yaşlarda farklı semtleri anlatan ve İstanbul’daki tecrübelerini birbirine benzemeyen kişiler olmasına özen gösterdim. Bu kişiler arasında Ara Güler, Hıfzı Topuz, Halit Kıvanç, Muhterem Nur, Sefa Önal, Nurettin Sözen ve pek çok isim var. Her biri Oktay Akbal, Doğan Kuban ve yakın tarihte kaybettiğimiz Hasan Pulur ve Yorgo Okumuş da var ki kendisi Nevizade’nin geçmişine damgasını vuran bir kişidir. Böyle insanları kaybetmek acı veriyor insana. Ama yaşarken bunların değerini bilmemiz gerekiyor. Ben o yüzden bu kişilerin İstanbul’la ilgili anılarını unutulmaması ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla bu çalışmaya başlamıştım. Yani zaman geçmeden bir şeyler yapmak gerekiyordu. O günleri tamamen unutmadan bir adım atmak gerekiyordu. Eskiye ait her şeyi yıkarak gelişebileceğini zannediyoruz. Ama bu kişiler bunun böyle olmadığını anlattılar. Yaşadıklarını, çocukluk günlerinin en masum anılarını dile getirdiler. Dost meclislerinde konuştukları, sohbet ettikleri konular kayda geçti ve Sevgili İstanbul kitabı oldu. Umarım okuyanlar bu kitapta o kişilerin yaşadıkları tecrübelerden bir şeyler edinip kendi İstanbullularına çeki düzen verirler, bir ders çıkarırlar.

Umarız öyle olur. Peki bu 20 isimden neler dinlediniz? Yani kimler, hangi alanlarda, hangi semtlerde, hangi çarpıcı şeyleri, altı çizilecek şeyleri söylediler? Ortak yanları nelerdi?

Bu yirmi ismin en önemli özelliği farklı semtleri, farklı tarihleri anlatıyor olmalarıydı. Örneğin Ara Güler… İstanbul’un ruhunu görüntüleyen adam olarak biliriz kendisini. Sohbetimizde Beyoğlu’nu, İstiklal Caddesi’ni, Karaköy’ün o dar sokaklarını anlattı. Gözümüzün önünden hiç gitmeyen o fotoğrafların çekildiği mekanları konuştuk. Onun söylediği bir söz hala aklımda. “Ben İstanbul’un fotoğraflarını çektim, yüzlerce kitaba imza attım, pek çok belgesel yaptım. Dünya benim kim olduğumu biliyor. İstanbul’u tanıtmaya çalıştım fakat başarabildim mi? Hayır, başaramadım. İstanbul’u tanıtmaya gücüm yetmedi. Seninle gücün yetmeyecek” demişti bana. “Sen de İstanbul’u tanıtmayı beceremeyeceksin çünkü İstanbul’u kitapla, sözle, fotoğrafla anlatılmaz. İstanbul sadece yaşanır” demişti. Bu söz hala kulaklarımda. Hakikaten İstanbul yaşanması gereken bir kent. Her köşe başında sürprizleri olan bir yer. Sadece biraz ilgi gerekiyor. İstanbul’da yaşayanlar ellerine bir kitap alsınlar. Bu röportajlarda yer verdiğim çok değerli bir bilim adamı John Freely. Kendisi Amerikalı ve Boğaziçi Üniversitesi’nde uzun yıllar fizik hocalığı yapmış, şu anda emeklilik günlerini yaşıyor. Üniversite kampüsünde İstanbul’u çok iyi bilen bir kişi ve Beyoğlu’ndaki her binayı, her binanın tescilli tarihini yazmış. “O köşeyi geçip karşı kaldırıma geçtiğinizde başınızı kaldırın binanın ucundaki mermere bakın” diyor. Ve o mermerde göreceğiniz şeklin hikayesini anlatıyor. Sadece binalar değil, İstanbul’daki yaşamı anlatıyor. Şu an kaybolan komşuluk ilişkilerine, esnafın vatandaşa davranış şekline değiniyor. Bunları bir Amerikalı yazıyor ve bu Amerikalı İstanbul’u inanın bizden çok daha iyi biliyor, daha iyi tanıyor ve seviyor. Bunun gibi Hıfzı Topuz’un da İstanbul’la ilgili sayısız kitapları var. Mutlaka okunması gerekiyor. Haldun Hürel o muhteşem üslubuyla okuru İstanbul’da gezdiriyor. Yani okumak gerekiyor, bilmek gerekiyor. Hemen burada aklıma bir söz geldi. Sayın Doğan Kuban çok değerli bir mimarlık tarihçisi. Onunla yaptığımız söyleşide şöyle bir söz söylemişti. “İstanbul’u sevmeden kurtaramazsınız, bilmeden de sevmezsiniz.”

Bilmek için de okumak lazım. Tarihini bilmek lazım. Bu yalnızca 1453 İstanbul’un fetih tarihini bilmekle olmaz. Bu Park Otel’i de bilmek lazım. Adım adım bu şehir nasıl imar ulaşmış onu da bilmek lazım. Yakın tarihini iyi bilmek lazım ve bunu bilmek için de okuyacağımız birçok kaynak kitap var. Peki şeyi de sorayım son olarak bu 20 isim ortalama yani 70 yaşın üzerinde isimler. Evet. Yani 1920’lerde, 30’larda doğan isimlerle röportaj yaptınız. Onlarda bir karamsarlık mı var, bir ümit mi var? Hangi konuda karamsar, hangi konuda ümitli? Yani illaki. Dünya değiştikçe, nüfus değiştikçe bir şehrin tabii ki imarı, planı değişecek, silueti değişecek. Ama güzellikleri kaybetmeden değiştirmek mümkün mü? Karamsarlığı ve umut dolu oldukları yerler nereler?

Sohbetlerimiz genelde çocukluk dönemi ile başlıyordu. Sonra hayatlarına damga vuran İstanbul anıları. Özellikle çocukluk bölümleri çok keyifli geçerdi. Konuştuğum kişilerin anılarında geçmişe özlem vardı. Nostalji demeyelim de ağızda kalan damak tadını dile getiriyorlardı. Fakat yıkımları plansız, hızlı ve kentin bugün içinde bulunduğu hali gördükçe bu kişilerin bakış açısı değişti. Yani karamsar oldular diyemiyorum. Çünkü karamsarlık, çaresizliktir. Yapacak hiçbir şeyi olmadığını ve mevcut düzene boyun eğmek gibi bir şeydir. Bu kişiler geçmişte zora alışmış, zor hayat şartlarını bilen kişiler ve umutlarını hala saklayan kişiler. Hiçbiri karamsar değildi. Her birinin gelecekle ilgili umutları vardı ve geleceğe dair gençlerden beklentileri yüksekti. O yüzden zaman ayırdılar benimle konuşmaya. O yüzden benimle anılarını paylaştılar. Muhterem Nur, Yeşilçam’ın yıldızı, yani İstanbul’un hanımefendisi. Kapısını açtı ve gelen gazeteciye, geçmişini, yani İstanbul’la ilgili en güzel yıllarını anlattı. Bunları yaparken karamsarlığı düşündüklerini zannetmiyorum. Mutlaka bir şekilde kentin düzeleceğine, birilerinin bu gidişi durduracağını inanıyorlar. En azından o birileri gençler. O yüzden bu kitap Sevgili İstanbul, geçmişe ait bir yolculuk yapmak isteyen ve o günleri hatırlamak isteyen gençlerin ilgisini çekeceğine inanıyorum sadece. Konuştuğumuz örneğin. Rüknü Özkök ile konuşurken “Karamsar mısınız?” diye sordum. “Kentin bu halini görünce sokağa çıkıyorum, elimdeki fotoğraf makinasını alıyorum ve fotoğraflamaya çalışıyorum. Bu beni rahatlatıyor” dedi. Ben de onun tavsiyesine uyuyorum. Sinirlenince elime makinayı alıp İstanbul’un güzel köşelerinin fotoğrafını çekiyorum.

Remzi Gökdağ Çok teşekkür ediyoruz. E Yayınları’ndan çıktı değerli dinleyenler. Sevgili İstanbul, Eski İstanbul’dan Anılar, Gerçek Hayat Hikayeleri kitabı. Geldiğiniz için teşekkür ederiz.


TRT Kent Radio Istanbul – Book Talk

Did we live in such a city? Or were those days a dream? Today we are going on a journey to the changing past of the city with the gentlemen and ladies of Istanbul. On this journey, there is the excitement of a child going to school in Beyazıt, the happiness of a girl throwing bait to pigeons in Eyüp Sultan, the lives that intersect in Narlı Kapı dead end, the past of Nevizade, the bright years of Yeşilçam, the coal smoke rising from the wooden houses of Fatih, the perfume of the streets of Nişantaşı. Remzi Gökdağ, the author of the book Dear Istanbul, which brings together the lives of twenty very special names in old Istanbul, their surprises, disappointments and innocent memories of their childhood years, will talk about the book.

Let’s start with your Istanbul first. Then tell us about the twenty names in the book.

I was born in 1968 in Istanbul. My childhood years were spent in Beşiktaş, one of the oldest neighborhoods of Istanbul. But I don’t have many memories of Beşiktaş. Because we moved to Çapa when I was four years old. Çapa is in the middle of the Historical Peninsula. It is an area where you can see examples of Byzantine buildings and Ottoman architecture. When I say in the middle of the Historical Peninsula, I mean within walking distance to the walls of Topkapı, Vatan Street and Samatya Aksaray. I spent my childhood in such a place. We didn’t leave any old building or tree unexplored in the neighborhood and we spent many pleasant days with our friends. In later years, I did my primary and secondary education in the same neighborhood. I graduated from Istanbul University’s School of Press and Publications. These are the oldest neighborhoods in Istanbul and the neighborhoods with the most historical buildings. I felt the urge to do something to find the memories of those days in my childhood and I embarked on such an endeavor. Dear Istanbul emerged as a result of such an idea.

During your years as a journalist in Istanbul, you also reported a lot about the architectural texture of Istanbul and its new buildings. Could you tell us a little bit about them? I mean about Istanbul? Your interest in Istanbul’s silhouette or its construction was also present while you were practicing your profession. I would like you to tell us a little bit about that too.

I started my career in journalism at a time when there were no plazas yet. My first professional days were at a newspaper with a wooden mansion in its garden. When I started journalism, my field was Istanbul. Of course, I did not choose this field. The management of the newspaper at that time saw a need and assigned me to this field. I started as a reporter. My love for Istanbul inspired my profession. It was like killing two birds with one stone. There was already a city I loved and I was doing the profession I loved so much, I was studying the city. In other words, all the news, comments, decisions made by the municipal councils, zoning practices related to that city were all under the microscope and within my field of interest. This inevitably led me to learn about Istanbul much more closely. Unfortunately, many green areas and historical buildings that we lost as a result of the zoning practices and decisions taken at that time no longer exist today. I say this with regret. When I look back, I wish we could have changed something, I wish we could have brought our struggle to a conclusion. But unfortunately, we, the lovers of Istanbul who defend the city, were the defeated side in this struggle. The winners, unfortunately, were those who destroyed the historical identity of the city and built structures that criticized the urban life in an inappropriate way. Something could have been changed. We had opportunities. Unfortunately, we chose the easy way at that time. I say we lost the struggle because at that time we were surrounded by a community that created urban consciousness and Istanbul could have gone in a very different direction. For example, our struggle for the Park Hotel is an event that has gone down in the history of urban consciousness. The people of that neighborhood engaged in a great struggle. This struggle was not a struggle with stones, sticks or against the police. It was entirely the result of a search for the law and they won this struggle. Park Hotel also constitutes an example, a point in the history of Istanbul’s urban consciousness. Therefore, it is an important issue. But the group that stopped that giant building could not stop another building just a few hundred meters away from that building, down the slope. Or they could not stop the buildings in other neighborhoods that disrupt the identity of Istanbul. They ask me what was the crime of the Park Hotel. It was a struggle, an exemplary struggle, a symbolic struggle. I wish we could have succeeded in the others, but we didn’t.

So how did this book come about? How did you identify 20 names, how did you choose them? When and how did you meet and interview them and prepare this book? Sorry, let me tell you right away, for those who are listening to us, the name of the book is published by Dear Istanbul Publications. The subtitle is Memories from Old Istanbul, Real Life Stories. Remzi Gökdağ tells us, here you go.

The idea for the book was actually formed far away from Turkey, in another corner of the world. I lived abroad for many years and unfortunately neglected Istanbul. I had to live separately from a city I loved very much. Istanbul was burning in my eyes during the days I spent abroad. This is a feeling that everyone can feel right now, everyone who lives far away from Istanbul. I felt the need to do something for my city. More precisely, I felt indebted to this city. I had to pay this debt somehow. When I returned, I first came across my archive and the news I had covered. Then I scanned my photographs and names appeared before me. It was not difficult to reach these twenty names, and when I reached them and told them about the project, each of them accepted it gladly. I was excited, but I felt an excitement from the other side that overwhelmed my own excitement. When choosing these names, I made sure that they were people of different professions, of different ages, describing different neighborhoods and their experiences in Istanbul. Among these people are Ara Güler, Hıfzı Topuz, Halit Kıvanç, Muhterem Nur, Sefa Önal, Nurettin Sözen and many others. There is also Oktay Akbal, Doğan Kuban and recently deceased Hasan Pulur and Yorgo Okumuş, who left his mark on Nevizade’s past. It hurts to lose such people. But we need to appreciate them while they are alive. That’s why I started this work to preserve the memories of these people about Istanbul and to pass them on to future generations. In other words, it was necessary to do something before time passed. It was necessary to take a step without completely forgetting those days. We think that we can develop by destroying everything from the past. But these people told us that this was not the case. They talked about their experiences, the most innocent memories of their childhood days. The things they talked about in friendly gatherings were recorded and became the book Dear Istanbul. I hope that those who read this book will learn something from the experiences of these people, and that they will organize their own Istanbulites and learn a lesson.

We hope so. So what did you listen to from these 20 names? In other words, in which areas, in which neighborhoods, what striking things, things to underline, did they say? What did they have in common?

The most important feature of these twenty names was that they talked about different neighborhoods and different histories. For example Ara Güler… We know him as the man who captured the soul of Istanbul. In our conversation, he talked about Beyoğlu, Istiklal Street, the narrow streets of Karaköy. We talked about the places where those photographs that never leave our eyes were taken. I still remember one of his words. “I have taken photographs of Istanbul, authored hundreds of books, made many documentaries. The world knows who I am. I tried to promote Istanbul, but did I succeed? No, I couldn’t. I couldn’t afford to promote Istanbul. You won’t be able to with you,” he told me. “You won’t be able to promote Istanbul either because Istanbul cannot be described in books, words or photographs. Istanbul can only be experienced.” This statement is still in my ears. Indeed, Istanbul is a city to be experienced. A place with surprises around every corner. It just needs a little attention. Those who live in Istanbul should pick up a book. A very valuable scientist I have featured in these interviews is John Freely. He is an American who taught physics at Boğaziçi University for many years and is now living his retirement days. He is a person who knows Istanbul very well on the university campus and he has written the registered history of every building in Beyoğlu. He says, “When you cross that corner and go to the opposite sidewalk, lift your head and look at the marble at the end of the building.” And he tells the story of the shape you will see on that marble. It is not just about buildings, it is about life in Istanbul. He talks about the neighborhood relations that are now disappearing, the way shopkeepers treat citizens. These are written by an American and this American knows, knows and loves Istanbul much better than us. Similarly, Hıfzı Topuz has countless books about Istanbul. They must be read. Haldun Hürel takes the reader on a tour of Istanbul in his marvelous style. So it is necessary to read, it is necessary to know. I immediately thought of a quote here. Mr. Doğan Kuban is a very valuable architectural historian. In an interview we had with him, he said the following. “You cannot save Istanbul without loving it, and you cannot love it without knowing it.”

In order to know, you need to read. You need to know its history. This is not just knowing the history of the conquest of Istanbul in 1453. You also need to know about the Park Hotel and how this city was built step by step. We need to know its recent history well and there are many source books to read to know this. Well, let me ask you the last thing, these 20 names are on average over 70 years old. Yes, they are. So you interviewed names born in the 1920s and 30s. Do they have pessimism or hope? What are they pessimistic about and what are they hopeful about? I mean, of course. As the world changes, as the population changes, of course the zoning, the plan of a city will change, its silhouette will change. But is it possible to change without losing beauty? Where do they feel pessimistic and where are they hopeful?

Our conversations usually started with their childhood. Then the memories of Istanbul that marked their lives. Especially the childhood parts were very enjoyable. There was a longing for the past in the memories of the people I talked to. Let’s not call it nostalgia, but they were expressing the taste of the past. But as they saw the unplanned, rapid demolitions and the state the city is in today, their perspective changed. I can’t say they became pessimistic, because pessimism is desperation. It is like saying that there is nothing to do and submitting to the existing order. These are people who have been used to hardship in the past, people who know difficult life conditions and people who still keep their hopes. None of them were pessimistic. Each of them had hopes for the future and high expectations for the future from young people. That’s why they took the time to talk to me. That’s why they shared their memories with me. Muhterem Nur, the star of Yeşilçam, the lady of Istanbul. She opened her door and told the journalist about her past, her best years in Istanbul. I don’t think they were thinking pessimistically when they were doing this. They believe that the city will somehow get better, that someone will stop this trend. At least those someone are young people. That’s why I believe that this book, Dear Istanbul, will only be of interest to young people who want to take a trip back in time and remember those days. For example. When I was talking to Rüknü Özkök, I asked him, “Are you pessimistic?” He said, “When I see the city in this state, I go out on the street, take my camera and try to photograph it. This relaxes me.” When I get angry, I pick up my camera and take photos of the beautiful corners of Istanbul.

Remzi Gökdağ Thank you very much. It was published by E Publications, dear listeners. Dear Istanbul, Memories from Old Istanbul, Real Life Stories. Thank you for coming.

Remzi Gokdag

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve dijital yayıncıdır. Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

Başka Şehirler
Önceki Yazı

Kapadokya’da 4 gün

Sonraki Yazı

TRT Kent Radyo İstanbul’un konuğuydu