Antik Mısır anıtlarda bulunan resimli yazılar olan hiyeroglifler, Mısır firavunlarının kayıp dilini temsil ediyordu. Bu yazılar yüzyıllar boyunca aşılmaz bir gizemdi. Bu yazılarda hangi olayların anlatıldığı asırlar boyunca anlaşılamadı. Şifre 200 yıl önce, 27 Eylül 1822’de, eski Mısır’a tutkuyla bağlı yetenekli bir dilbilimci olan Jean-Francois Champollion‘un Paris’teki bir akademiye yaptığı sunumla çözüldü. Beş gün önce Champollion son buluşu gerçekleştirmişti; o kadar heyecan verici bir andı ki “Buldum” diye bağırdıktan sonra bayıldı ve sonraki birkaç günü yatağında geçirmek zorunda kaldı.
Gizemin merkezinde, granite benzer bir kaya olan granodiyoritten yapılmış 720 kiloluk bir levha olan ve şu anda Londra’daki British Museum’da bulunan Rosetta Taşı yer alıyordu.
Yüzyıllar boyu gizemini korudu
Rosetta Taşı’nın hikayesi neredeyse yüzeyine kazınmış hiyerogliflerin şifresinin çözülmesi kadar karmaşıktı. Taş, Temmuz 1799’da Nil Deltası’nda, şimdiki adı Rasheed olan Rosetta’daki bir kalenin onarımı sırasında keşfedilmişti. Napolyon bir önceki yıl Mısır’ı işgal etmiş ve beraberinde sadece bir ordu değil, takıntı haline getirdiği Mısır tarihi bilginlerini de getirmişti.
Rosetta Taşı’nın önemi neredeyse anında anlaşılmıştı. Biri hiyeroglif, diğeri o zamanlar bilinmeyen bir dilde olmak üzere üç metin paneli taşıyordu.
Üçüncüsü, 19. yüzyıl klasik bilginleri tarafından iyi bilinen ve anlaşılan bir dil olan eski Yunancaydı. Bu da taşın dönemin çocuk firavunu V. Ptolemaios’un otoritesini tesis etmek için bir bildiri olduğunu ve MÖ 186 civarında oyulduğunu ortaya çıkardı.
Diğer iki panelin de tamamen aynı metni taşıdığı anlaşıldı. Birdenbire hiyeroglifleri Yunanca ile karşılaştırarak anlamanın kapısı açıldı.
Metnin kopyaları Avrupa ve hatta ABD’deki akademisyenler arasında yaygın bir şekilde dolaşmaya başladı, ancak asıl taş farklı bir yoldaydı. Napolyon’un filosu 1798’deki Nil Savaşı’nda Amiral Horatio Nelson tarafından yok edilmiş ve morali bozulan ordusu nihayet 1801’de İngilizlere teslim olmuştu.
Fransızların protestolarına rağmen Rosetta Taşı savaş ganimeti olarak alındı ve Kral 3. George’a sunuldu; o da taşı o zamandan beri sergilendiği British Museum’a verdi.
Hiyerogliflerin gizemi henüz tam olarak çözülememişti. Metnin büyük bir kısmı hasarlı ya da kayıptı ve çok az şey bilindiği için soldan sağa mı, tersinden mi, hatta yukarıdan aşağıya mı okunmaları gerektiği net değildi.
Popüler teorilerden biri, bunların yazılı bir dil bile olmadığı, bunun yerine ruhani fikirleri ifade ettiğiydi.
İlk buluş, 1814 yılında taşları incelemeye başlayan İngiliz doktor Thomas Young’dan geldi. Bilimsel keşifleri nedeniyle “Fenomen” olarak bilinen Young, sonunda hiyerogliflerin Ptolemy de dahil olmak üzere isimler içerdiğinde fonetik olduğu sonucuna vardı.
Young’ın çalışmaları daha sonra 1820’de Champollion tarafından ele alındı. Fonetik teorisi üzerinde çalışan Champollion, sonunda tüm hiyerogliflerin fonetik olduğunu ve aynı zamanda resimsel de olabileceklerini fark etti. Birkaç hiyeroglif aynı zamanda bir kelimeyi sessiz harflere bölerek temsil edebiliyordu.
Bu olağanüstü bir başarıydı. Hiyeroglifler M.Ö. 3.300’lerden itibaren eski Mısırcanın yazılı bir biçimi olarak gelişmiş ve M.S. 4. yüzyılda yok olmuştu.
Çoğu insanın neredeyse okuma yazma bilmediği bir dönemde, yalnızca rahipler de dahil olmak üzere en eğitimli kişiler tarafından okunmak üzere tasarlanmışlardı. Rosetta Taşı’ndaki ikinci panel de bu noktada ortaya çıktı. Hiyerogliflerden ziyade alfabe sembollerine dayanan ve okunması ve yazılması çok daha kolay olan Demotik bir yazıydı. Zamanla dini metinler hariç her şeyde hiyerogliflerin yerini aldı ve sonunda Mısır’ın yerli Hıristiyanlarının dili olan Kıpti diline dönüştü.
İngilizlerle Fransızların rekabeti
Taş üzerindeki ilk Demotik kelimeler de Silvestre de Sacy adında bir Fransız tarafından tercüme edildi. Arap dilleri konusunda uzman olan Sacy, Champollion’a ilk çalışmalarında öğretmenlik yapmış ve onu teşvik etmiş, ancak sonunda rakibini sahtekâr olarak nitelendirerek onunla ters düşmüştü.
Aynı şekilde, Champollion ve Young da başlangıçta birbirlerinin çalışmalarını övüyorlardı, ancak keşif için övgüyü kimin alması gerektiği konusunda ilişkiler soğudu –
İkisi de şöhretlerinin değerini bilecek kadar uzun yaşamadı. Champollion 1832’de 41 yaşında, Young ise 1829’da 55 yaşında öldü. Sadece katkısı büyük ölçüde unutulan de Sacy yaşlılığın tadını çıkardı ve 1838’de 79 yaşında öldü.
British Museum’un yıldızı
Rosetta Taşı bugün British Museum’un 4 numaralı odasında, en büyük hazinesi olduğu Mısır heykelleri koleksiyonunun bir parçası olarak sergileniyor. Koruyucu camın arkasında sergilenen taş, Birinci Dünya Savaşı sırasında hava saldırılarına karşı koruma amacıyla yerin 50 metre altındaki bir tünele taşındığı dönem dışında 220 yıldır orada bulunuyor.
18. yüzyılın sonundan beri taşın geleceğiyle ilgili kararların dışında tutulan Mısır, onu geri almak istiyor.
Ünlü Mısırlı arkeolog Dr. Zahi Hawass, ülkesinin en değerli üç eseri olan Rosetta Taşı, Paris’teki Louvre Müzesi’nde bulunan bir Zodyak tavanı ve Berlin’deki Neuse Müzesi’nde bulunan Kraliçe Nefertiti büstünün iadesi için bir imza kampanyası başlattı.
Özel bir röportajda “Rosetta Taşı Mısır kimliğinin simgesidir. British Museum’un bu eseri halka göstermeye hakkı yoktur.” dedi.
British Museum ise taşın iadesi için resmi bir talepte bulunulmadığını açıkladı. Yunanistan’ın talep ettiği Elgin Mermerleri’nde olduğu gibi alt metin, dünyanın dört bir yanından milyonlarca insanın taşı Londra’da, orijinal evinde olduğundan daha fazla görebilmiş olması.
Kahire’deki piramitlerin gölgesinde açılacak Büyük Mısır Müzesi’nde Rosetta Taşı için henüz bir yer olmasa da, diğer eserler arasında Tutankamon’un mezarının içeriği de bulunuyor.