1992 yılının mayıs ayıydı. Cumhuriyet gazetesi için araştırma yapmak üzere Doğu Anadolu’nun bazı kentlerini kapsayan bir geziye çıktım.
Erzurum’la Kars arasında, bir köy yakınlarında foto muhabiri arkadaşımla mola vermiştik. Yemeğimizi yediğimiz kır lokantasında adını şu anda hatırlayamadığım bir Amerikalı bayanla tanıştım. O günlerde sayıları bir hayli fazla olan günümüz misyonerlerinden biriydi. Hıristiyan dinini Anadolu’nun en ücra köşelerinde rahatça tanıtabiliyor, konuştuğu Türklere bu dinin temel unsurlarını uygun bir dille anlatıyordu. Anadolu’nun ücra bir köşesinde rastladığım bu kişiyle aynı amacı taşıyan çok sayıda misyoner benzer faaliyetleri İstanbul, Ankara ve İzmir’de de rahatlıkla sürdürebiliyorlardı. Kars yolunda tesadüfen tanıştığım misyonerin benzerleriyle zaman zaman İstanbul’un çeşitli semtlerinde yolumuz kesişti. Bazı kiliselerin de desteğiyle Türkiye’de kendi dinlerini yayma çalışmalarını rahatlıkla sürdürebiliyorlardı.
Bu anımı neden sizlerle paylaştığıma gelince…
Geçtiğimiz hafta ABD Dışişleri Bakanlığı önemli bir rapor yayınladı. Raporun konusu Türkiye’deki dini özgürlüklerdi. Kamuoyunda fazla ilgi uyandırmayan bu raporun aslında Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bir özelliği var.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Uluslararası Dini Özgürlükler raporunda, Türkiye’nin genel olarak anayasayla korunan dini özgürlüklere saygılı olduğu, ancak geçen yıl uygulamalarda bazı sıkıntıların görüldüğü ileri sürüldü. Aslında bu raporu ABD Dışişleri Bakanlığı her yıl yayınlıyor. Ancak bu yılki raporda Türkiye’nin iç politikasını dolaylı yolla da olsa eleştiren bir uslüp kullanılıyor. Raporda, nelerden bahsedildiğini kısaca özetlemek istiyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, Hıristiyan misyoner faaliyetlerine karşı kamuoyu nezdinde bir kampanya başlattığının öne sürüldüğü raporda, üst düzey Türk yetkililerinin açıklamalarında misyonerlerden bir tehdit olarak bahsedildiği, medyada ise ‘Hıristiyan karşıtı’ yayınların arttığı, Hıristiyanlar’a ve kiliselere karşı vandalizm ve tehditlerin yapıldığı savunuluyor.
Raporda, ayrıca bazı Müslüman, Hıristiyan ve Bahai dinine mensup kişilerin kendi dinlerini yayma çabaları ve onaylanmadığı halde toplantı düzenlemeleri yüzünden bazı kısıtlamalar ve yer yer tacize maruz kaldıkları iddia ediliyor.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın 2005 yılı raporunda dış politikada sürekli olarak Türkiye’nin karşısına dikilen Ruhban Okulu talebinden de bahsediliyor.
Raporda, ‘ekümenik’ olarak nitelendirilen Fener Rum Patrikhanesi‘nin, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun yeniden açılması talebini yerine getirmediği de belirtiliyor. İslam’dan başka dine dönmek isteyenlerin sosyal olarak tacize ve şiddete uğradığı savunulan raporda, basında Yahudi karşıtı yayınların devam ettiği de savunuluyor.
Deyim yerindeyse ‘zehir zemberek’ bir rapor. Özellikle Irak Savaşı’nın başlamasıyla zor bir dönemden geçilen ABD-Türkiye ilişkilerine bu raporun olumlu bir etkisi olmayacağı kesin. Şu anda kendi içinde çözüm bulunamayan pekçok konu Türkiye’nin gündemini oluştururken ABD’nin açıkladığı dini özgürlükler raporuna Türkiye’nin vereceği cevabı merakla bekliyorum.
Bizlerin çok yakından bildiği fakat dünyanın görmekte direndiği geleneksel dini hoşgörümüz bugünlerde nedense aleyhimizde delil gibi kullanılıyor. Yüzyıllardır farklı dinlerin içiçe barış ve hoşgörüyle yaşadığı Anadolu’nun dini hoşgörüsü yabancı ülkelerin politik çıkarlarına alet ediliyor.
Türkiye’de dini özgürlüğün yabancı bir ülke tarafından hazırlanan bir raporla eleştirilmesinin ardında yatan başka gerçekler olabilir mi?
AB’nin Türkiye’de dini özgürlükler raporuna benzer bir belgenin ABD tarafından da açıklanması Türkiye’yi köşeye sıkıştırarak bazı talepler elde etmenin bir yolu olabilir mi?
Kamu güvenliği, kamu düzeni, sağlığı veya ahlakı ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin tehdit etmediği sürece herkes rahatlıkla dinini sürdürebilmelidir. Din özgürlüğü, kişilerin hiçbir baskı altında kalmadan, dinlerini seçme hakkı demektir. Örgütlü bir şekilde, birtakım menfaatler sağlanarak insanlar üzerinde baskı kurmak suretiyle din değiştirmeye zorlama, bu özgürlüğün gerçek anlamda ihlali değil midir?


USA Turkish Times Yayın Yönetmeni