“Amerikalı bir siyasetçi İsviçre’deki bankalarda neden hesap açar?” “Tarihte İsviçre’de hesabı olan ABD başkan adayı var mıydı?” Bu sorular yaklaşan ABD başkanlık yarışında soruluyor. Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı Mitt Romney ile ABD Başkanı Barack Obama arasındaki seçim tartışmaları İsviçre’nin bankalarını ve bu ülkede parasını değerlendirenleri bir kez daha gündeme getirdi. Aslında tartışmanın konusu İsviçre bankanalarından çok Romney’in saklama gereği duyduğu milyonlarca doları. Parasını kendi ülkesinin bankaları yerine İsviçre’de değerlendirilmesinin en önemli nedeni “vergi kaçırmak” olarak açıklanabilir. Biraz iyimser bir bakışla “Romney’in İsviçre frangına olan güveni” şeklinde de özetlenebilir.
Ülke ya da dil farketmiyor, dünyanın neresinde olursanız olun “İsviçre bankalarında hesabı bulunan siyasetçi” konusu gündeme geldiğinde vergi kaçırma ve ülkesinin ekonomisine güvensizlik konuları akla geliyor. İsviçre’nin dünyaca ünlü bankları, aynı zamanda bu ülkenin yıllardır çözemediği en önemli tanıtım sorunlarının başında geliyor. Ülkenin doğası ne kadar güzel olursa olsun ya da ne kadar dakik saat üretirseniz üretin dünyanın geri kalanı sizi vergi kaçakçılarının, kara para simsarlarının, terör örgütlerinin ve diktatörlerin kasası olarak görmeye devam ediyor. Solar enerji, çikolata ya da Roger Federer gibi konular bir anda geri planda kalabiliyor.
İsviçre’nin bankalarıyla ilgili imaj sorunu yeni ortaya çıkmadı. Konu çok eskilere uzanmasa da ilk kez İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle gündeme geldi. Nazilerin diğer Avrupa ülkelerinin bankalarından çaldığı altınlar değerlendirilmek üzere İsviçre bankalarına gönderildi. Toplama kamplarına gönderilen Yahudilerin geride bıraktığı altın ve mücevherler de bu hasaplara yönlendirildi. Savaşın sonunda yer yerinden oynarken, Avrupa kentlerinde taş üstünde taş kalmazken İsviçre bir yandan tarafsızlığını korudu diğer yandan Hitler’in altınlarını bankalarında değerlendirdi. Yıllar sonra konunun peşini bırakmayan ve Nazilerin gasp ettiği altınları faiziyle birlikte geri isteyen Dünya Yahudi Kongresi’nin açtığı uluslararası davayla İsviçre bankaları tekrar gündeme geldi. Dava, 2000 yılında tarafların uzlaşmasıyla sonuçlandı. 2009 yılına gelindiğinde İsviçre bankaları İkinci Dünya Savaşı madurlarının ailelerine toplam 490 milyon dolarlık tazminat ödedi. 2010 yılında İsviçre bankaları, özellikle bunların içinde en tanınmışlarından olan UBS tekrar uluslararası haberlerde yerini aldı. ABD, vergi kaçırmak amacıyla UBS’te hesap açan Amerikalıların listesini istedi. Müşterilerinin güvenliğini herşeyden önde tutan ve bu listeyi açıklamayacağını belirten UBS, ABD’nin güçlü baskısına dayanamadı. Amerikalı hesap sahiplerinin listesini Amerikan makamlarına verdi. Dünya bir efsanenin çöküşüne tanık oldu. Müşterilerinin adını devlet sırrından daha iyi saklayan mekanizma bozuldu. ABD’yi diğer ülkeler izledi. Başta Almanya olmak üzere pek çok ülke İsviçre bankalarının kapısını çaldı ve yabancı hesap sahiplerinin açıklanmasını istedi.
Güçlü finansal yapısı ve bankalarının ekonomik başarısıyla bugünlere gelen İsviçre’nin önündeki en büyük problem yine bu bankalar oldu. Bankaların gelir ve kar oranı her geçen yıl yükselirken kötü şöhreti de doğru oranda büyümeye devam etti. Dünya genelinde konuşulan bir konu haline geldi. İnsanlar bu ülkeyi sadece dağları, çikolatası ve çakılarıyla tanımıyor. İsviçre adıyla birlikte akla bankaları da geliyor. Türkiye’de kısa süre öncesine kadar liderler birbirlerini İsviçre bankalarındaki gizli hesaplarıyla vurmaya çalışmıştı. Gündemi her geçengün değişen ülkemizde bu iddialar çoktan unutuldu. Bugünlerde bankalar konusunda gündem yaratma sırası ABD’de. İsviçre’deki gizli hesaplarla ilgili yayınlar Amerikan halkı tarafından izleniyor ve akla başta sorduğumuz soru geliyor. “Amerikalı bir siyasetçi neden İsviçre’deki bankalarda hesap açar?”
5 Ağustos 2012 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlandı.
