Düşmanı olmayan ordunun askerleri

Zürih Garı alışıldık telaşını yaşıyordu. Gideceği yere ulaşmaya çalışanlar sağa sola koşturuyordu. Birkaç dakika sonra Basel’e hareket edecek trende yolcular yerini almıştı. Karşımdaki boş koltuğa otururken selamlaştığımız orta yaşlı, takım elbiseli adam gazetesini okumaya başladı. Yanında oturan genç kız, cep telefonuna yüklediği müzikleri sessizce dinliyordu. İkisi de bu alemle ilişkisini çoktan kesmiş gibiydi.

Vagonda hala boş koltuklar vardı. Çaprazımdaki sırada dört Japon turist oturuyordu. Haritada bir noktayı işaret edip kendi dillerinde konuşuyorlardı. İsviçre’deki herhangi bir sıradan yolcu treninde olması gereken herşey olağan ritminde devam ediyordu. Kapılar kapandı ve tren hareket etmeye başladı. Son anda yetişen birkaç yolcu buldukları boş koltuklara oturdu. Tren sallanarak ilerlerken yanımızdan üç üniformalı asker geçti. Her birinin omuzunda SIG-550 otomatik tüfekleri asılıydı. Askerlerden ikisi boş koltuk ararken bir yandan da biralarından yudumluyor, diğeri çikolatalı çöreğini yiyordu. Koridorda ilerlerken tüfeklerinin namluları oturan yolcuların göz hizasında sallanıyordu. Askeri disiplinden uzak, daha çok konsere gider gibi bir havaları vardı.

Askerler yanımızdan geçerken bir an çaprazımdaki turistlerle gözgöze geldim. Aramızda üçüncü askerin tüfeğinin namlusu sallanıyordu. Turistler şaşkındı. Askerleri pasaport görevlileri sanarak kimliklerini hazırlamaya çalışıyorlardı. Avrupa’nın göbeğinde böyle bir manzarayla ilk kez karşılaşıyor gibiydiler. Şaşkınlıkları gözlerine yansımıştı. Bakışlarını namlulardan ayırıp askerlerin bira kutularına çevirdiklerinde yüz ifadeleri görülmeye değerdi. Bir süre sonra üç asker vagonun ortasındaki boş koltukların yanında durdu. Çantalarını raflara yerleştirirken tüfekleri hala sağa sola savruluyordu. Oturduklarında silahlarını dizlerinin ucuna gelişigüzel dayadılar. Onlar da bizim gibi bu trenin yolcularıydı. Turistler kendi aralarında alçak sesle konuşmaya başladı. Gördükleri manzarayı yorumlamaya çalışıyorlardı.

Trende, turistler dışında bu görüntüye şaşıran kimse yoktu. Hatta karşımda oturanlar dahil pek çok yolcu ne silahları ne de askerleri farketmişti. Ulaşım araçlarında silahlarıyla seyahat eden genç askerler bu ülkenin sıradan insan manzaralarından. Toplu taşıma araçlarıyla seyahat ediyorsanız yanınıza bu tür yolcuların oturma ihtimali yüksek. Yanlarında taşıdıkları otomatik tüfekleriyle halkın içine karışan, içki içip yüksek sesle şakalaşan bu gençler, silah sevdalısı İsviçre’nin milis gücünü oluşturuyor.
İsviçre’de 20-30 yaş arasındaki erkekler 3 aylık askerlik görevini yapmak zorunda. Bu süre dolduktan sonra her yıl en az dört hafta, silahlarını kuşanıp atış eğitimine gitmeleri gerekiyor. 34 yaşına gelene kadar toplam 260 günü tamamlamak zorundalar. Askerliğini yapan her genç silahını evine götürebiliyor. Terhis olduklarında silah ve mermilerin de sahibi oluyorlar. Evlerde saklanan silahların sayısı bilinmese de her iki kişiden birinde silah olduğu tahmin ediliyor. Babadan oğluna kalan silah ve cephanenin gerçek sayısını ise bilmek imkansız. Her fırsatta doğasını, çikolatasını pazarlamaya bayılan İsviçreliler, aslında büyük bir cephaneliğin üstünde oturuyor. Ancak bu konu dost meclislerinde pek konuşulmuyor. Halkın silah sevdasından bahsetmek yerine “swiss army” çakılarının işlevlerini anlatmayı seviyorlar. Oysa kişi başına düşen silah sayısında İsviçre’yi geçen tek ülke Amerika Birleşik Devletleri.

Silah kültürü İsviçre’nin tarihi kadar eski. İlkbaharda 200 bin kişinin katıldığı silah festivalleri düzenleniyor, 12 yaşında çocuklar atış talimi yapabiliyor. Silah sahibi olmak mutfakta tencere tabak bulundurmak kadar doğal. Ancak ülkede silahla işlenen suç sayısının çok az olması da bir başka araştırma konusu. Aslında bu kadar silahlanmalarının gerçek nedeni eski bir korkudan kaynaklanıyor. Bu korkunun adı “düşman” işgali. Yüzlerce yıldır savaşmadan özgür kalabilmiş bu ülkenin insanları bir gün gerçekleşecek olası bir düşman işgaline hazırlıklı. Dünyanın şartları, Avrupa’nın siyasi iklimi ne olursa olsun onlar bu hazırlıklarına kesintisiz devam ediyor. Avrupa’nın göbeğinde tarafsızlığıyla bilinen dünyanın en sakin ülkesinde her ev karargah, her vatandaş bir asker.

13 Mayıs 2012 günü Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlandı.

Remzi Gokdag

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve dijital yayıncıdır. Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

Başka Şehirler
Önceki Yazı

Note to myself

Sonraki Yazı

Galata’nın ilham perisi