Adı Adatepe. Küçük bir köy. 50 evi var yok… Özelliği terkedilmiş olması. Ege’nin bu esrarengiz köyünde zaman sanki durmuş.
Sırtını dağlara dayamış iki tepe arasından şarap kadehi görünümündeki denizi gören köy Ayvacık-Edremit yolu üzerinde.
Yol üzerinde köyü gösteren ne bir işaret ne de bir hareket var. Karayolu üzerinde sarı üzerine siyah yazılı “Zeus Altarı” yazısını görüp tarihi bir mekânın yolunu tutanlar bilmeden bu köyün yakınlarından geçiyor. İlk anda garip bir duygu kaplıyor insanın içini. Egenin hayat veren yeşili içinde taştan yapılmış iki katlı evler görünüyor uzaktan. Bir anda Zeus Altarı’na yapılan yolculuk unutulabiliyor. Sokaklarında kimsenin yürümediği, horoz ve inek sesinin hatta kuş seslerinin bile duyulmadığı bu köyün çekimine bırakıyorsunuz bir anda kendinizi.
Köyün dayanılmaz cazibesi yaklaştıkça artıyor. Uzayan toprak yolun ucunda köy meydanı görünüyor. Meydana girdiğinizde sessizliğin içinde kayboluyorsunuz. Evlerin kapıları ve camları kapalı. İçlerinde hiçbir yaşam belirtisi yok. Kapalı kapılar ardındaki sessizlik köy meydanına yansıyor.
Sokakların sessizliği
Köyün dar sokaklarında sessizliği ayak sesinizle bozuyorsunuz. Ama en küçük bir gürültü çıkartmadan yürüyebilmek için de büyük dikkat gösteriyorsunuz. Bir anda karşınızda bir ihtiyar beliriyor. Kapısı kilitli bir evin gölgesinde yürüyor.
Omuzları düşmüş, kamburu çıkmış. Ona doğru hızlı adımlarla yaklaşıyorsunuz. Ayak seslerini duyup geriye dönüyor. Başka bir dünyadan gelen bir canlıyı görmüş gibi şaşırıyor yeşil gözleri açılıyor, başıyla hafifinden bir hareket yapıyor. Onunla konuşmak, bu esrarengiz köy hakkında bilgi almak için adeta can atıyorsunuz.
Sorularınızı kısa ama net yanıtlıyor ihtiyar. Adının Ali olduğunu öğreniyorsunuz sonradan. 70 yaşlanındaki Ali dedeyle köyün neresi olduğunu kestiremediğiniz dar bir yokuşunda sohbete başlıyorsunuz. Konuştukça çekingenliği kayboluyor, zaman zaman tebessüm beliriyor yüzünde. Ve başlıyor anlatmaya…
Köyün yaklaşık 500 yıllık bir geçmişi olduğunu ondan öğreniyorsunuz. Kurtuluş Savaşı sonrası köy sakinlerinin çoğunluğunu oluşturan Rumların nasıl köyden ayrıldığını, gidenlerin çocuklarının ve torunlarının zaman zaman köye gelerek dedelerinin evlerine uzaktan baktıklarını, köye yerleşen Türklerin de son 10 yıl içinde evlerinin kapılarına kilit vurup kasaba ve kentlere göç ettiklerini anlatıyor Ali dede.
Son yıllarda yol üzerindeki Zeus Altarı’nı görmeye gelip de köyün büyüsüne kapılan yerli turistlerin, boş evleri sahiplerinden satın aldıklarını ve restore ettikten sonra yerleştiklerini de yine Ali dededen öğreniyorsunuz. Düşük fiyatla alınan bu evler restore edildikten sonra tarihi dokusu bozulmadan yeniden canlanıyor ve büyük kentin gürültüsünden kaçanlara adeta huzurlu bir sığınak oluyor. Bu şekilde onarılan birkaç ev diğerlerinin yanında daha genç görünüyor.
Evler harap
Ali dedeyle sohbeti noktalıyorsunuz. Köyün tepesine doğru yürümeye devam ediyorsunuz. Tepeye yaklaştıkça evlerin köy meydanındakilerden daha harap olduğunu, bazılarının duvarlarının yıkıldığını, çatılarının çöktüğünü görüyorsunuz. Hepsinin kapısında bir kilit. Kilidi olmayan kapılar ise kalın sicimlerle sıkı sıkı bağlı.
Çayırlarında daha önce görmediğiniz kır çiçekleri. Yorgunluğunuzu atmak için çayıra uzanıp gözlerinizi gökyüzünün mavi sonsuzluğuna dikiyorsunuz. Ya da köyü tepeden seyrediyorsunuz. Manzaranın güzelliği ile bir kez daha büyüleniyorsunuz. Dalları henüz çiçek açmış ağaçlar, yeşilin değişik tonlarındaki çayırlar, tam karşınızda mitolojinin baş kahramanı Tanrı Zeus adına yapılmış altarın bulunduğu çam ağaçlarıyla kaplı bir tepe ve tepenin yanında şarap kadehi görünümündeki deniz. Uzakta tepeleri görülen Yunan adaları. Ardınızda sonsuzluğa uzanan bir çam ormanı. Solunuz yine bir tepe. Ama yüksekçe bir tepe. Arada kalan vadiden akan dereye yansıyan güneş ışınları gözünüzü alıyor.
Böyle bir konumda bir anda yaşadığınız dünyadan uzaklaştığınızı, köyün Rum halkının şünüyorsunuz. yaşadığı hareketli günlerini düşünüyorsunuz.
Güneş dağlanın ardından Ege’nin herhangi bir yerinde batmaya hazırlanıyor. Kızıllık köyün taş duvarlarına yansıyor, sokak aralarına ulaşamıyor.
Gün batarken köyden ayrılıyorsunuz. Terkedilmiş köyün sessizliğini ardınızda bırakıyorsunuz. Yol alırken yaşadığınız görüntüleri canlandırıyorsunuz. Köyün üzerinizde bıraktığı etkiyi çözmeye çalışıyorsunuz ama başaramıyorsunuz. Yolunuza devam ederken bu sessiz köyü yaşamaya devam ediyorsunuz…
3 Nisan 1993 Sayfa 19