Son sahneyi oynuyor matmazel

Onu ilk kez iki katlı evinin önünde gördüm. Kapıyı açtı ve bizi misafir odasına davet etti. Onula yaklaşık üç saat sohbet ettim. Hikayesi beni çok etkilemişti. Anlattıklarını sanki ben de yaşıyordum. Sohbetimizin sonunda vedalaştık, gazeteye döndüm. Hava çoktan kararmıştı. Gece mesaisindeki birkaç arkadaş dışında ortalıkta kimse yoktu. Çayımı alıp daktilomun başına oturdum ve yaşlı kadının hayat hikayesini yazmaya başladım.
19/11/1992

O gün yolum Beyoğlu’na düşmüştü. Aylardan kasımdı. Gazeteden erken çıkmıştım. Mimarlar Odası’nın Taksim’deki merkezine uğrayacaktım. Beyoğlu Belediyesi’nin önünden Başkan Hüseyin Aslan’ı görmek istedim. Yerindeydi. Çaylar söylendi, sohbet başladı. Bir ara kapı açıldı ve içeri tanımadığım bir kadın girdi. Adının Günhan Yılmaz olduğunu sonradan öğrenecektim. Tarlabaşı’nda yaşayan kimsesiz bir kadının zor durumda olduğunu anlattı. Söylediklerini merakla dinledik. Başkan hemen zabıta müdürünü aradı, konuyla ilgilenmesini istedi. Aslında ben de bu konuyla ilgilenmek istiyordum. İzin isteyip odadan çıktım ve aşağıda bekleyen zabıta aracına bindim. Tarlabaşı’nın ara sokaklarında, yaşlı kadının oturduğu evi aramaya koyulduk.

İki katlı bir evin önüne geldiğimizde zabıta memuru adresin burası olduğunu söyledi. Onu ilk kez orada gördüm. Kapısını açtı ve bizi misafir odasına davet etti. Onula yaklaşık üç saat sohbet ettik. Hikayesi beni çok etkilemişti. Anlattıklarını ben de yaşar gibi oldum. Sohbet bittiğinde vedalaştık, gazeteye döndüm. Hava çoktan kararmıştı. Gece mesaisindeki birkaç arkadaş dışında ortalıkta kimse yoktu. Çayımı alıp daktilomun başına oturdum ve yaşlı kadının hayat hikayesini yazmaya başladım.

Bazı haberler vardır, düşünceleriniz bir anda kağıda akar. Bu yazı da onlardan biriydi. Son noktayı koyduktan sonra yazdıklarımı gözden geçirdim. Ekleyeceğim ya da çıkartacağım birşey yoktu.

19 Kasım 1992 günü, yani haberin arka sayfada yayınlandığı gün izinliydim. Ertesi gün gazeteye gittiğimde birkaç kişi matmazeli sordu. Gün içinde telefonum matmazel için çalıp durdu. Bazı okurlar matmazele nasıl yardım edebileceklerini soruyordu. Bunlardan biri de Vitali Hakko’ydu. Diger gazetelerde çalışan meslektaşlarım matmazelin haberini yapmak istedi. Birkaç televizyon kanalı ona nasıl ulaşabileceklerini sordu.

Matmazel birkaç gün içinde pek çok hayırseverden yardım aldı. Beyoğlu Belediyesi konuyla yakından ilgilendi. Başkan Yardımcısı Nusret Avcı’nın yakın desteğiyle Matmazel’in evi yenilendi, yiyecek ve giyecek ihtiyaçları karşılandı. Haber, amacına ulaşmıştı.

Bu röportaj hem onun hem de benim yolumu değiştirdi. Bir insanın hayatına dokunmak, ona yeniden yaşam heyecanı kazandırmak bu mesleğin bana verdiği en büyük hediyelerden biriydi. 

Son sahneyi oynuyor matmazel

Yaşam öyküsü tıpkı bir film gibi. Oyuncu oynar, oysa o yaşıyor. Yılları çok özel bir cümleyle özetliyor. Ne hayat…

Ne hayat…

Kucağındaki beyaz poşetten bir tomar fotoğraf çıkarıyor. Beyazları sararmış köşeleri kıvrılmış. Fotoğrafların arkasında ne bir not ne de bir tarih… Yıllar önce birinin kamerasına takılmış bir an hepsi. Yaşanan güzel günlerden geriye kalan bir esinti. 80 yaşında bir kişinin titreyen ellerinde o günlerin birer tanıkları olan fotoğraflar…

Ve bu fotoğraflara bakarken o günlere dönen ihtiyar bir kadının ağzından çıkan iki kelime. Yaşanan yılları özetleyen çok özel bir cümle.

Ne hayat…

Fotoğraftaki köşk çoktan yıkılmış. Yerinde beton binalar var artık. Tebessüm eden diğer kişiler de yaşamıyor bugün. Sadece o var. Anılarıyla yaşayan, gelecekten umutsuz, her gün karnını doyuracak sıcak bir yemek için son gücünü sokaklarda tüketen yaşlı bir kadın.

Adı Eurosini İspiroğlu. “Matmazel” diyenler de var ona. Ama kimse onun bir zamanlar Büyükada’da “La Princess de Monte Carlo” olarak anıldığını bilmiyor.

Güzelliğiyle hayran bıraktı

1940’lı yılların İstanbul’unda güzelliğiyle herkesi hayran bırakan Eurosini, şimdi İstanbul”un bir köşesinde herkesten uzak yaşama direniyor. Bazen bulduğu bir ekmekle gününü geçiriyor. Aç kalmamak için her gün Tarlabaşı’ndaki evinden Beyoğlu’na çıkıp poşetleri karıştırıyorr. Bulduğu yiyeceği ısıtacak ne ocağı var ne de tası. Masası, örtüsü, her şeyi elindeki beyaz poşeti. Tarlabaşı’nın dar sokakları arasındaki üç katlı evinde yalnız yaşıyor Matmazel Eurosini.

Son günlerdeki tek dostu tiyatro sanatçısı Günhan Yılmaz. İki yıl önce başlayan bu dostluk anne kız ilişkisine dönmüş. Matmazel’e yardim eli uzatan Günhan Hanım, onun daha iyi bir ortamda yaşayabilmesi için Beyoglu Belediyesi’ne başvuruyor. Baskan Yardımcısı Nusret Avcı konuyla yakından ilgileniyor. Güneşli bir kasım günü hep beraber matmazeli ziyarete gidiyoruz.

Kilitli olan kapısını defalarca çalıyoruz. Komsuları balkondan sesleniyor. Ses yok… Matmazeli kapıda beklerken sokağın bir köşesinde beliriyor. Elinde bastonu, kambur vücuduyla yürümeye çalışıyor.

Bizi evine davet ediyor. Çürüyen merdiven basamaklarının bazıları çökmüş. Matmazelin koyduğu uzun bir tahtaya basarak, sallanan korkuluklara tutunarak üst kata, onun yaşadığı odaya çıkıyoruz.

Üç katlı evinin en üst katında, evlerin çatılarına nazır bir balkonu var odanın. Soğuk gecelerini yatağında geçiriyor Eurosini. Boş makarna kutularının üstünde duran sunta yatağında. Sobası var, ama yakacağı yok. Herkesin esirgediği sıcaklığı güneş esirgemiyor ondan. Penceresinden sızan ışıkla ısınmaya çalışıyor.

İçecek suyunu komşularından sağlıyor. Rakı şişesinin ağzındaki mumla aydınlanıyor odası. Odanın sıvaları dökülmüş, tuğlalar görünüyor. Örümcek ağları matmazelin boyunun seviyesine kadar iniyor. Tahta zemin her adım atışında sallanıyor. Tavandan damlayan suları toplayan plastik leğenler var her yerde. Esyaların üzerinde ise kalın bir toz tabakası.

Nusret Avcı, böyle bir manzara karşısında duygularını gizleyemiyor. “Böylesine bir yaşamı kimse hak edemez. Utanıyorum.” diyor.

Bütün dünyası bu dört duvar arasında matmazelin. Yıllar sonra kapısını çalan bu misafirleri için yatağını düzeltiyor. Bizden rahat davranmamızı istiyor. Biz de ondan hayat hikayesini anlatmasını istiyoruz.

Hayatı tıpkı bir film senaryosu gibi. “Artist oynar, ama ben yaşadım. Daha kaç senem var ki… Ama hayat çok güzel.” diyor ve anlatmaya başlıyor.

1912 dogumlu

1912 yılında Bakırköy Yenimahalle’de doğuyor. Babası Senefon’un bir porselen mağazası var o yıllarda. Annesi Maria ise üç cocuğunu yetiştiriyor. 1921 yılında Senefon Bey’in ölümünden sonra dükkan ve içindekiler 500 altına satılıyor. Maria üç çocuğuyla birlikte Yenikapı’ya taşınıyor ve dükkandan elde edilen geliri erkek kardeşi Yani’ye emanet ediyor. Yani bu parayla Büyükada’da bir ev satın alıyor. Eve kardeşi Maria ve üç çocuğuyla birlikte yerleşiyorlar. Yani evleniyor. Evin yeni gelini ile Maria arasında tatsızlıklar yaşanıyor. Bu arada Eurosini Büyükada St. Antuan Fransiz Lisesi’ni bitiriyor.

O yıllarda Büyükada’da adından sık sık bahsediliyor Eurosi’nin. Güzelliğinin yanı sıra genel kültürü, üç yabancı dili çok iyi konuşabilmesi ilgi odağı haline getiriyor onu. Adanın delikanlıları peşini bırakmıyor. Evinin önünde onun bahçeye çıkışını bekleyenlerden, çarşıda gezinirken laf atanlara, plajda röntgene yatanlardan Dil Burnu’nda yürüyüşe davet edenlere… Eurosini hiçbirine yüz vermiyor.

Evde yaşanan gerginlik de giderek büyüyor. Dayısı, annesiyle birlikte iki kardeşini bir gece kapının önüne koyuyor. Maria’nin rahat yaşamı o günden sonra degişiyor, çocuklarına bakabilmek için günübirlik işlerde çalışıyor. Eurosini bu duruma çok üzülüyor. Hastalanıyor, doktorlar hastalığın adını verem olarak teşhis ediyor. Zengin bir Rum ile evlenip Atina’ya yerleşen ablasının yanına tedaviye gidiyor. Üç yıl kaldığı Atina’da hem iyileşiyor, hem de bir pilota aşık oluyor. O günleri Eurosini, “Sevdiğim adam her gün evimizin üstünden uçuyordu. Beni çok severdi. Ancak benim aklım İstanbul’da annemdeydi. Onu yalnız başına bırakamazdım.” diye anlatıyor.

Eurosini, Atina’daki aşkını bırakıp 1936 yılında İstanbul’a dönüyor. Evin geçimine yardım olabilmek için çalışmaya karar veriyor ve dikiş kurslarına başlıyor.

Artik Eurosini evin gecimini üstlenmiştir. Yıllardır çalıştırıp biriktirdiği paralarla 1950’li yılların en gözde semtlerinden Tarlabaşı’nda bir ev alıyor. Hayatta en çok sevdiği varlığı, annesini 1951 yılında kaybediyor. Şu anda yaşadığı odanın pencere yanındaki yatağında annesi ölüyor. Eurosini için yaşamın tadı kalmıyor artık. Duvarlar arasındaki dünyasında yaşama karşı mücadele ediyor.

Gezmeyi seviyor

Birkaç yıl öncesine kadar çok sevdiği şeyi gezmeyi ihmal etmiyor. Bir gün Bakırkoy’e giderken bir araç çarpıyor Eurosini’ye. Balıklı Rum Hastanesi’ne kaldırılıyor. Ancak hastane tedavi masraflarına karşılık evini ipotek etmesini istiyor. Kabul etmeyen Eurosini’yi Taksim İlkyardım Hastanesi’ne sevk ediyorlar. Ve burada onun için hayatının en acı günleri başlıyor. Bakacak kimsesi olmadığından tuvalete tek başına gidemeyen matmazelin yatağını ıslatması çok ağırına gidiyor. Bu arada Eurosini’ye çarpan şoför mahkemenin verdiği tazminat cezasını ödemeden kayıplara karışıyor. Hastaneden taburcu olan Eurosini artık eskisi gibi yürüyemiyor. Ama Balıkpazarı’nda gezinmeyi, İstiklal Caddesi’nde yürümeyi de ihmal etmiyor.

Eurosini’nin tek geliri üç ayda muhtardan aldığı 600 bin liralık fakirlik yardımı. Bir de kendisine acıyıp arada sırada avucuna para sıkıştıranlar var.

Son günlerini huzur içinde geçirmek, bu kışı da atlatıp ilkbaharı bir kez daha yaşamak istiyor matmazel. Akan damı akmayan suyu, olan sobası olmayan yakacağı, çürüyen basamakları, boş odalarıyla Eurosini son sahneyi oynuyor.

Balkonundan Tarlabaşı’nın damlarını seyrediyor. Bir garip oluyor içi. Yalnız kaldığı bu hayatta onu yalnız bırakmayan fotoğraflarına bakıyor her sabah. Derin bir iç çekiyor. Kırışık yüzünde bir tebessüm beliriyor. Dilinin ucunda ise iki kelime.

Ne hayat…

***

19 Kasım 1992 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan bu haber tahminimden çok ilgi gördü. Matmazel, aradığı şefkati hayatının son sahnesinde buldu. Haberden sonra kendisini ziyarete gelen misafirlerin sayısı arttı. Beyoğlu Belediyesi evini temizletirdi. Başkan Yardımcısı Nusret Avcı’nın desteğiyle elektriği bağlandı, çürük basamaklar onarıldı, akan dam tamir edildi. Matmazel bütün bu çalışmaları yattığı yatağından izliyordu. Kendisine birden bire gösterilen bu ilgiden şaşkındı. Ancak hüzünlü yüzünde ister istemez bir tebessüm beliriyordu. 3 yıl aradan sonra ilk kez odalarda ışık vardı. Matmazel için karanlık geceler geride kalmıştı. Birkaç gün içinde komşularından su taşıma işlemi de son buldu. Bunu izleyen günlerde bir yandan da askerlik işlemlerimle uğraşıyordum. Matmazel’e de fırsat budukça uğruyordum. Aradan birkaç ay geçmişti. Tuzla Piyade Okulu’nda bir pazar günü nereden bulduğumu hatırlamıyorum ama bir Cumhuriyet Gazetesi (30 Haziran 1993) elime geçti. Sayfalarını karıştırırken o haberi gördüm. “Matmazel perdeyi kapattı” . Aylardan mayıstı. Matmazelin son isteğinin gerçeklestiğinin farkına vardım. Ölmeden önce İstanbul’da baharı bir kez daha görmek istiyordu ve isteği gerçekleşti… 

Remzi Gökdağ

Gazeteci, yazar ve dijital yayıncı Remzi Gökdağ, Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

BAŞKA ŞEHİRLER

Efsane isimlerin izinde gizemli yolculuklar

Sevgili İstanbul

Eski İstanbul'dan anılar, gerçek hayat hikayeleri

AMERİKAN MEDYASINDA 11 EYLÜL

11 Eylül saldırıları ve Amerikan medyasının olaya yaklaşımı

PARK OTEL OLAYI

Bütün ayrıntılarıyla Park Otel mücadelesi...