Bir gezinin ardından…

28/11/2008

Uzun zamandır hasretini çektiğim tatilden döndüm. Doya doya geçen, bitmesini hiç istemediğim bir tatildi… Doğduğum, sokaklarında büyüdüğüm, karşılıksız tutulduğum İstanbul’daydım… Kışın ortasında İstanbul huysuz olur. Soğuğu, çamuru eksik olmaz, Boğaz yüzünü gizler. Şemsiyeyi siper alıp yürümek dayanlır gibi değildir. Yağmurdan kaçarken etraftaki güzellikler de sizden kaçar.

California’nın sıcak güneşinden sonra İstanbul’un karla karışık muhabbetlerine alışmak zor olsa da bu kentin genlerimize işleyen kokusu bir anda her şeyi değiştiriverdi.

Sadece İstanbul muydu özlediğim?

Dostlarla geçen zaman, beraber paylaşılan anılar, hüzünler, hatta kavgalar… Uzaktayken insan, her haline hasret kalıyor.

ABD’ye döndüğümde arkadaşlarım soruyor; ‘Nasıl geçti tatilin, İstanbul nasıl?’ İstanbul’u anlatmak zor, kelimelere sığdırmak için geniş zamanlar lazım… Kolayına kaçıp yanıtlıyorum onları, ‘Aynı İstanbul, bildiğiniz gibi işte…’

İstanbul’a, Türkiye’ye özlem duyan herkesin bildiği duygulardır bunlar. Hepimizin yaşadığı, zaman zaman düşünmekten kaçındığı bir özlemdir içimizde yanıp duran…

Uzaktayken hasret kaldığım her şeyi yaptım bu gezide. Hatta haber gündemini bile takip ettim.

Önceleri acemilik duysam da zamanla alıştım memleket haberlerine. Kurban kesim alanları diye ayrılan yerlerde kurban yerine kendilerini kesen onlarca acemi kasabın haberleri gündemi yakaladı. Ardından Kuş Gribi geldi… Önce Van’da başlayan sonra başka kentlere sıçrayan, herkesin konuşup bilgi verdiği ancak kimsenin anlayamadığı bir Kuş Gribi olayı yaşandı ve bitti.

Hükümetin kara listeye alıp hapis yolu gösterdiği Orhan Pamuk’un davası düştü.

Gazeteci Abdi İpekçi’yi öldüren, Papa’yı vuran Mehmet Ali Ağca’nın tutuklu bulunduğu cezaevinden salıverildiğini sessiz sedasız izledik. Ne olduğunu anlayamadan da Ağca sırra kadem bastı.

Bütün bunlar 10 gün içinde Türkiye’nin gündemindeki maddelerdi.

Remzi Gökdağ
28.11.2008

Unutmayacağız…

Hayatlarımızda bazı günler diğerlerinden farklıdır. O gün uyandığınızda bu farkı derinlerde bir yerde hissedersiniz. 24 Ocak benim için böyle bir gün. Geçtiğimiz hafta 24 Ocak sabahı arabama atlayıp okyanusu gören bir sahilyolunda kenara çektim. 13 yıl öncesine giden anılar yolculuğu da işte bu an başladı.

24 Ocak 1993… Soğuk ama güneşli bir İstanbul. Öğle saatleri… Gazetedeyim. Cumhuriyet’in Cağaloğlu’ndaki binasının ikinci katı… Haber merkezi sessiz. Sıradan bir pazar günü…

Bir yandan çayımı yudumlayıp bir yandan gazetelerin Pazar dergileri arasında kayboluyorum. Polis telsizi sessiz…

Radyodan ince bir müzik yükseliyor Arada bir çalan telefonlar…

İşte biri daha çalmaya başladı. Bana biraz uzak. Haber merkezinin masasındaki kırmızı telefon ısrarla çalıyor. Yetişip cevap veriyorum. Karşımdakinin kim olduğunu sormaya fırsat bulamadan duyduklarımla dona kalıyorum. ‘Uğur Abi’nin aracı… Bombalandı… Kendisine ulaşamıyoruz…’

Telefon kapanıyor, teleks odasından gelen sesler… Flaş haber geçtiğinde Anadolu Ajansı’nın teleksine ait zil sesini duyuyorum… Teleksin rulo kağıdına düşen ilk satırlar…

‘Uğur Mumcu’ya Suikast…’

Yazı işleri salonu boş. Yemekhaneye koşuyorum, haber merkezinden yemeğe giden birilerini bulmaya… Birileri yanımdan koşarak haber merkezi katına çıkıyor… Kimse kimseyi görmüyor o ilk anlarda. Gazetecilik mesleğinin öğrettiği bütün kurallar unutuluyor, soğukkanlı kalamıyoruz. Sonra herkeste kısa bir sessizlik, gazetecilerin gözlerinde yaş…

Haber yayılırken susmak bilmeyen telefonlar, gazeteye ulaşmaya çalışan okurlar, ertesi günkü gazeteyi hazırlama çabalarımız…

Karlı bir Ankara sabahı, gazeteci yazar Uğur Mumcu evinin önünde bombalı bir saldırıya kurban gitmişti. Aradan 13 yıl geçmiş. Koca 13 yıl. Bu cinayetten sonra 11 hükümet, 7 başbakan, 14 içişleri bakanı değişmiş. Davayı 13 yılda toplam 6 savcı takip etmiş. Konuyla ilgili ilgisiz herkesin birşeyler söylediği ancak gerçek katil veya katiller hâlâ sır olan bir kara sayfa.

Geçtiğimiz hafta, dünyanın birucunda Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümünü anarken bir yandan da yazdığı kitapları hatırlıyorum. Her biri bugünün Türkiye’sine ışık vuran, Türkiye’nin gündemini hala işgal edebilen konular.

Neler mi bunlar? ‘Papa, Mafya, Ağca’, ‘Tarikat, Siyaset, Ticaret’, ‘Sakıncalı Piyade’, ’12 Eylül ve Şeriat’…

24 Ocak’ta Los Angeles’ta güneşli bir gün vardı. Ankara karlı mıdır acaba?

Arabamdan inmeden okyanusu dinliyorum.

‘Dağ gibi kara yağız birer delikanlıydık’ ile başlayan ve ‘Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi…’ ile son bulan Sesleniş adlı yazısını bir kez daha okuyorum…

01.02.06

USA Turkish Times
REMZİ GÖKDAĞ
USA Turkish Times Yayın Yönetmeni

Remzi Gökdağ

Gazeteci, yazar ve dijital yayıncı Remzi Gökdağ, Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

BAŞKA ŞEHİRLER

Efsane isimlerin izinde gizemli yolculuklar

Sevgili İstanbul

Eski İstanbul'dan anılar, gerçek hayat hikayeleri

AMERİKAN MEDYASINDA 11 EYLÜL

11 Eylül saldırıları ve Amerikan medyasının olaya yaklaşımı

PARK OTEL OLAYI

Bütün ayrıntılarıyla Park Otel mücadelesi...
Önceki Yazı

Bir Köy, Beyaz Çöl ve UFO’lar

Sonraki Yazı

Benim bir askerliğim vardı!