Fuji dağından Tokyo’ya

Japonya'nın kilidini 17 günlük bir geziyle zaten çözemeyeceğimizi bilsek de ilk tanışmamızdan güzel hatıralarla ayrılıyoruz. bugün günlerden “Japonya'ya Veda” günü.

12. Gün – (10 Ekim) Fuji Dağı

Dağlar… Gezegenin en yüksek, en görkemli yapıları… Güzellikleriyle gözümüzü şenlendiriyor, boyutlarıyla aklımızı başımızdan alıyor. Onlardan biri de Fuji. Yani Japonya’nın gerçek anlamda simgesi… Japonya’nın bu mükemmel piramitten daha klasik bir sembolü yok. Tokyo’nun yaklaşık 100 kilometre güneybatısında yer alan ülkenin en yüksek zirvesi, dünyanın da en çok tırmanılan dağlarından biri. En son 16 Aralık 1707’de patlayan dağ o zamandan beri yerel bir atasözüne de kaynak olmuş. “Fuji Dağı’na bir kez tırmanan bilge bir adamdır. İki kez tırmanan ise aptaldır.” 

Çoğu zaman hafife alınan volkanik yamaçlarına yılda yüzbinlerce kişiyi çekiyor. Japonlar bile dağın bu çekim etkisinden rahatsız. Dağın etrafında daha fazla turist istemiyorlar. 

Günlerdir Japonya’dayız. Gezmeyi en çok istediğimiz yerler listesinde burası sona kaldı. Dün gece Tokyo’ya geldik, 6 gün kalacağız. Yani şehri keşfetmek için yeterince zamanımız olacak. Ama önce Fuji diyoruz ve sabah Tokyo’dan bindiğimiz trenle önce JR Chuo hattından Otsuki‘ye oradan da Fuji Kyuko hattıyla Kawaguchiko Gölü’ne ulaşıyoruz. Hava parçalı bulutlu. Gökyüzü parlak mavi. Yağmur yok. Şanslıyız. Fuji Dağı utangaçlığıyla da ünlüymüş. Yüzünü pek göstermeyi sevmeyen dağlardan… Bugünkü davranışına tam olarak karar verememiş gibi görünüyor. Bazen bulutlar dağılıyor bazen de toplanıyor. Göz kırpar gibi zirvesini arada bir gösteriyor. Tren istasyona yaklaşırken Fuji arada bir zirvesini gösteriyor. Heyecanlı turistler vagonun camlarına yapışmış, fotoğraf çekme yarışı trende başlıyor. Fuji Dağı, yüzyıllardır şairlere, hacılara ve ressamlara olduğu kadar fotoğraf makinesi taşıyan herkese ilham kaynağı olmuş. 

“Fuji Dağı’na bir kez tırmanan bilge bir adamdır. İki kez tırmanan ise aptaldır.” 

Ölmeden önce yapılacaklar listeniz varsa ve bu listede Fuji Dağı bulunmuyorsa o listeyi tekrar gözden geçirmekte fayda var. Fuji’yi yakından görmenin farklı yolları var. En çok tercih edileni Fuji Beş Göller bölgesine gitmek. Kawaguchiko Gölü‘nde yapılacak tekne turlarıyla dağın muhteşem zirvesine hayran kalabilirsiniz. Biz bu yolu tercih ettik ve öğleden sonra bindiğimiz bir tekneyle göle açıldık. Alternatif olarak gölün çevresinde yapılacak bir bisiklet turu da düşünülebilir. Fuji’nin dibindeki bir tema parkı olan Fuji Q Highland‘da oldukça sert rollercoasterıyla heyecan meraklılarını bekliyor.

TOKYO

Skytree kulesinden Tokyo manzarası

13. Gün – (11 Ekim) Sensoji, Skytree, İmparatorluk Sarayı, Tokyo İstasyonu, Shibuya

Tokyo‘ya Kyoto’dan yaklaşık 3 saatlik hızlı tren yolculuğuyla ulaştık. Tokyo’daki zamanımızı ikiye bölmüştük. 5 gece Odaiba’da, donüş yolculuğundan önceki gece de Narita Havaalanı yakınlarında kaldık. İki farklı konaklama hem zamanımızı hem de dönüş yolculuğumuzu kolaylaştırdı.

Tokyo’daki ilk günümüze şehrin en geleneksel ve en modern iki sembolünü ziyaret ederek başladık. Sensoji Tapınağı ve Skytree Kulesi. Odaiba bölgesindeki Hilton Odaiba‘da konakladık. Merkezin hareketli temposu burada yoktu ve Tokyo körfezine bakan görüntüsüyle otel mükemmeldi. Ulaşım sıkıntısı da çekmedik. Otelin önündeki metro hattıyla merkeze yarım saatte ulaşmak mümkün oldu. İnsan yapımı bir ada üzerine inşa edilen Odaiba’yı ana karaya Gökkuşağı Köprüsü bağlıyor. Özellikle hava karardıktan sonra köprü ve ardındaki şehir manzarası görülmeye değer. Burası Tokyo silüetini en güzel izleme noktalarından biri. 

Tokyo o kadar büyük ki, ona birden fazla şehir gibi davranırsanız zorluk çekmeyeceksiniz. Yani şehri 4’e 5’e falan bölün. Sonra bu böldüğünüz bölgeleri kendi içinde farklı parçalara ayırın ve keşfetmeye öyle başlayın. Yoksa karşınızdaki devle baş etme imkanınız yok. Bizim Tokyomuz doğu, batı ve kuzeyden oluşuyordu. Güneyde zaten konakladığımız için bu bölgeyi baştan elemek işimizi kolaylaştırdı. Bu üç bölgede nereleri görmek istediğimizi belirlemiştik. Öncelik listemizde yer alan noktalar, onun dışında kalanları zamanımız elverdiği sürece gezebilecektik.

Günün ilk durağı Sensoji Tapınağı oldu. Asakusa bölgesindeki bu tapınak giriş kapısına asılı dev kağıt feneriyle ünlü. Asıl ünü Tokyo’daki en eski tapınak olması. Her gün on binlerce kişi dini ritüellerini yapmak ya da turistik ziyarette bulunmak için buraya geliyor. Şehrin yoğun, enerjik atmosferiyle dini bir mabedin geleneksel havasını bir arada görmek isteyenler için burası kaçırılmayacak bir fırsat.

blank
Günün ilk durağı Sensoji Tapınağı

Önce “Gök Gürültüsü Kapısı” olarak bilinen Kamiron’u geçiyoruz. 200 metrelik yolda hediyelik eşya dükkanları var, hepsi dolu, hepsinin önünde kuyruklar var. Mezarlıkların dışında Japonya’da henüz tenha bir alan görme imkanımız olmadı. Hediyelik eşyalara bakarak dolaşırken önümüzde geçmemiz gereken dev bir kapı daha belirdi. “Hazine Evi Kapısı” dedikleri Hozomon ile ana salon arasında büyük bir tütsü ocağı var. Etrafında elleriyle dumanı vücuduna yönlendirmeye çalışanlar vardı. Bu hareketin sağlık getirdiğine inanılıyormuş. Yapmadan geçilmez. Belki 13 günlük yorgunluğumuzun ardından tanrılar dileğimizi kabul eder ve ayaklarımızdaki sızlamalar son bulur. 

Ana salon tapınağın merkezi. Kannon görüntüsü burada muhafaza edilmekte. İbadet edenler mum yakarak ve bir kutuya bozuk para atarak saygılarını sunuyor. Aynı hareketleri biz de tekrarladık ve en içten saygılarımızı sunduktan sonra dilek kutusuna yöneldik. Altıgen uzun bir metal kutuyu sallayıp içinden düşen ince çubukta geleceğimizi anlatan bir kehanetin sembolü vardı. Ancak bu sembol Japonca harflerle yazıldığından ne anlama geldiği konusunda hiçbir fikrimiz yoktu. Bunu öğrenemezsek karşıdaki aynı harfin ya da sayının yazılı olduğu kutuyu bulma imkanımız da yoktu. Zaten dumanları içimize çekip gelmeden dualarımızı yapmıştık. Ne gerek vardı böylesine bir bilmecenin içine düşmeye. Neyse ki şaşkınlığımızı çözen bir kadın çubuktaki harfi görüp açmamız gereken kutuyu gösterdi de o günkü falımızı öğrendik. Hep iyilik, hep güzellik… Kötü bir açıklama zaten beklemiyordum. Gerçek hayatta bile karşısındakini kırmamak için bin bir çaba sarf edenler, insanların gelecekleriyle ilgili olumsuz bir kelime yazabilir mi?

blank
Ana salon tapınağın merkezi. Kannon görüntüsü burada

Günlük tapınak ritüellerimizi tamamladıktan sonra Tokyo’nun en yüksek kulesine yöneldik. Skytree diyorlar buraya. Tepeden manzaranın güzel olduğuna zaten kuşkumuz yok. Bilet alıp kulenin 350 metre yükseklikteki seyir terasına çıktığımızda görüntü gerçekten değişikti. Şehrin sınırlarını zaten göremedik, manzaranın nerede başlayıp nerede bittiğinden de emin değilim. 360 derece döndüm, hava berrak, görüş netti. Şehrin bittiği yeri görmek için çok uğraştım ama olmadı. Dürbünlerle de baktım ama sonuç aynı. Hatta kulenin 100 metre daha yukarıdaki en yüksek katına bile çıktım.

blank
Birazdan 350 metre yükseklikteki seyir terasına çıkacağız

450 metreden manzarayı 360 derece tekrar izledim. Sınırsız bir şehrin, uçsuz bucaksız Tokyo’nun ortasında şaşkınlığımın geçmesini bekliyordum. Ne kadar uğraşsam da Tokyo ile bir bağlantı kurmakta zorlanıyordum. O bana ben ona yabancıyız, belki zaman her şeyi düzeltecek ilerleyen günler kaynaşabiliriz, kim bilir?

Dini bir mabetle başlayan, modern bir binayla devam eden yolculuğumuzun sonraki durağı tarihi ve geleneksel bir mekandı. İmparatorluk Sarayı‘na gidiyorduk. Aslında sarayın içine değil de sadece bahçesinde dolaşacaktık. Şehrin göbeğinde kalabalık ve telaştan uzakta, Ninomaru Japon bahçesinde geçen zaman yorgunluğumuza iyi geldi. 

blank
Tarihi Tokyo İstasyon binası. Bugün beş yıldızlı bir otel.

Sırada Tokyo İstasyonu ve Ginza bölgesi vardı. Üst sınıf ürünlerin satıldığı Ginza tam bir alışveriş cenneti. Butiklerin yanı sıra sanat galerilerine de ev sahipliği yapıyor. 

Akşam Shibuya‘ya gittik. Haçiko heykeline uğrayıp ünlü yaya geçiş noktasına geldik. 

Tokyo’nun hareketliliğini buradan daha iyi anlatacak bir nokta yok. Aslında büyük metro istasyonlarının altındaki geçitler ve tünellerde de kentin temposunu yakalayabilirsiniz ama Shibuya’da olup biten bambaşka bir şey. Kaldırımlarda adım atacak alan yok, neon ışıkları geceyi aydınlatıyor, beyaz gömlekli, sırt çantalı erkekler, giyimiyle dikkat çeken kadınlar, manga karakterlerine bürünmüş kızlar her yerde. Olmayan tek şey trafik. Önce bu durumu anlamakta zorlanmıştım ama öyle. Tokyo’da en az gördüğümüz şey otomobil. Trafikte araç sayısı az çünkü her noktaya metroyla ulaşmak mümkün. Bisikleti tercih edenler de çoğunlukta. 

blank
Shibuya geçitinde çarpışmaya hazırız

Shibuya gündüzleri popüler bir alışveriş bölgesi, geceleri ise canlı bir eğlence sahnesi. Japonya’nın en yoğun dördüncü tren istasyonu olan Shibuya İstasyonu’ndan çıkmak en az bu istasyona girmek kadar zor. Kaybolmayı deneyerek doğru yolu bulmak en iyi çözüm. Haçiko çıkışını bulup caddeye ulaşmamız bir hayli zaman aldı. Karşımızda yanıp sönen video ekranları, parlak neon tabelalar ve ünlü Shibuya Geçidi vardı. Geçidin tam karşısındaki Starbucks’ta yer bulmak neredeyse imkansız. Trafik ışıkları kırmızıya döndüğünde, aceleyle karşıdan karşıya geçmek isteyenler her yönden geliyor. Büyük bir meydan savaşını andırıyordu burası. Ordular saflarını almış ilk işarette hücum edecekmiş gibi kaldırımlarda bekliyor. İlk gördüğümde birazdan büyük bir kaos yaşanacak demiştim ama kimse kimseye çarpmadan karşıdan karşıya geçmeyi başardı.

Shibuya’nın geçiş noktasında insanları izlemek günün en eğlenceli anıydı. En az yerliler kadar turistler de bu kavşaktaydı. Yoğunluğun ne kadarı izlemek için gelmişti ne kadarı gerçekten işine ya da evine gidiyordu anlamak zor. Gece kuşu olmasam da Tokyo’yu hava karardıktan sonra izlemek burada yapılabilecek en heyecanlı aktiviteydi. Zaman anlamadan geçti. Kaç kez yaya geçidinden geçtim hatırlamıyorum ama insanların arasından kimseye çarpmadan süzülmek, kimsenin ayağına ya da selfie çubuğuna takılmamak için harcanan çaba, o heyecan ve refleks beş yıldızlı tema parklarda bulabileceğimiz keyiften daha eğlenceliydi.

blank
Günün her saati kalabalık

Etkilendiğimiz bir başka şey de Tokyo’nun ne kadar temiz olduğu ve kendimizi ne kadar güvende hissettiğimizdi. Bu kadar çok insanın yaşadığı kentte bazı problemlerin yaşanılması kaçınılmaz diye düşünüyorduk. Ancak hiçbir olay, hiçbir problemle karşılaşmadan günlerimiz geçiyordu. Şehir zıtlıklarla doluydu ama herkes uyum içinde yaşıyordu.

14. Gün – (12 Ekim) Ueno Parkı, Akihabara, Omoide Yokocho, Shinjuku

blank
Ueno Park

Ueno Parkı ilgi çekici yerlerle dolu. Her şeyden önce parkın kendisi doğal bir cevher. Çevrede çok sayıda tapınak ve mabetler var. Tokyo Ulusal Müzesi, Ulusal Bilim Müzesi ve Tokyo Metropolitan Sanat Müzesi de burada. Ueno Parkı aynı zamanda Japonya’nın en eski hayvanat bahçesi olan Ueno Hayvanat Bahçesi’ne de ev sahipliği yapıyor. Hayvanat bahçesine girmedik ama Tokyo Ulusal Müzesi kaçırılmayacak bir fırsattı. Çünkü burası Japonya’nın üst düzey ulusal müzelerinin en eskisi ve en büyüğü. Ülkenin en önemli yüz ulusal hazinesi de dahil olmak üzere 100.000’den fazla parçadan oluşuyor. Budist heykelleri, boyalı sürgülü kapılar, parşömenler, seramikler ve haritaların yanı sıra maskeler, kostümler, zırhlar ve silahlar gibi kültürel öğeler de var. Japon kültürüne dokunmanın en garanti yollarından biri de bu müzeyi yavaş yavaş gezip her eserin ayrıntılarını tek tek incelemek. Müze alanının hemen dışında, Japonya’da modern Batı resminin babası olarak bilinen Kuroda Seiki tarafından bağışlarla inşa edilen Kuroda Anıt Salonu bulunuyor. Araziye yayılmış çok sayıda kafe ve müzelerden çıkanlara yiyecek sunuyor.

blank
Tokyo Ulusal Müzesi

Bir zamanlar elektronik mağazaları ile tanınan Akihabara manga ve animasyon tutkunlarına hitap eden dükkanlarıyla ünlü. Günümüzde, seyyar elektronik satıcılar kadar manga koleksiyonları satan mağazalar da var. Tabii çoğu anime ve manga meraklıları için. O kültüre uzak olan bizler için bunlar herhangi bir çizgi film karakterlerinden farksızdı. Bu karakterlerin ete kemiğe bürünmüş halleri de her yerdeydi. Hizmetçi kostümüyle kızların hizmet verdiği maid kafeler çok fazla. Caddeler kendine birer kahraman süsü veren kızlardan geçilmiyordu. Burası fotoğraf meraklılarının da uğramaktan zevk alacağı bir yer. Dekor hazır. Yapmanız gereken tek şey rengarenk reklam panolarının karşısına geçip tuşa basmak. 

blank
Manga ve animasyon tutkunlarının cenneti Akihabara

Doğu Shinjuku‘da en az Shibuya kadar hareketliydi. Neon tabelaları ve gökdelenlerle kaplı sokakları ışıl ışıl. Barlar, sinema salonları, pachinko salonları ve restoranlarıyla burası şehrin gece hayatını deneyimlemek isteyenlerin en gözde yeri. Shinjuku Toho binası ve Hotel Gracery’nin üzerinden sinirli bakışlarını yakaladığımız Godzilla’yla göz göze geldikten sonra dar sokaklarda rota ve yönümüzü bilmeden dolaştık.

Shinjuku, Tokyo’nun 23 özel bölgesinden biri. Gökdelen binaları ve eğlence bölgesindeki gösterişli neon ışıklarıyla modern Japonya’nın posteri gibi. 1950’lerin ortalarına kadar bu bölge sakin ve sessizmiş. Ulaşım ağı genişledikçe eğlence hayatı batıya, Shinjuku ve Shibuya’ya kaymış. Shinjuku’da hala nostaljik havasını koruyan ve yüksek binalardan ve güncel trendlerden uzak köşeler de var. Omoide Yokocho onlardan biri.

blank
TokyoNun az sayıdaki sakin sokaklarından biri Omoide Yokocho

Shinjuku İstasyonu’nun kuzeyindeki bu dar ve uzun sokağa akşam yemeği için uğradık. Küçük salonlar, bitişik tabureler, yan yana yemek yiyen, bira içip sohbet edenler… Nevizadeyi andıran bir havası vardı. Bir Tokyo akşamında bundan daha güzel bir kapanış sahnesi olabilir mi?

15. Gün – (13 Ekim) Tokyo Kulesi, Belediye Binası, Meiji Tapınağı, Yoyogi Park, Harajuku, Shibuya

blank
Tarihle teknoloji, dünle bugün, tapınakla Tokyo Kulesi…

Tokyo’daki dördüncü günümüze Tokyo Kulesi‘ni ziyaret ederek başladık. Paris’in Eyfel Kulesi’nden esinlenilerek yapılmış, biraz daha uzun. Kulenin biri 150 metrede diğeri 250 metrede olmak üzere şehre bakan iki manzara noktası var. Dün Skytree kulesinden görebileceğimizi gördüğümüz için Tokyo Kulesi’ne çıkmadık. Zaten birazdan belediye binasına gideceğiz ve oradaki seyir noktalarından şehri bir kez daha izleyeceğiz.

Batı Shinjuku turistlerin fazla ilgisini çekebilecek bir yer değil. Ofis kulelerinden oluşuyor. Onlardan biri de belediye binası. 45. katından Tokyo’nun muhteşem manzarasını izlemek mümkün, hem de ücretsiz. Yerden 202 metre yükseklikteki manzara beni hayal kırıklığına uğratmadı. Uzaktan Tokyo Skytree, Tokyo Kulesi görünüyordu. Meiji Tapınağı ile Yoyogi Parkı’nın yeşil vahasını da gördüm. Bir sonraki durağımız orası olacaktı.

blank
Belediye binasının 45. katından Tokyo

Meiji Tapınağı’nı görmek için Harajuku‘ya geldik. Meiji Tapınağı Tokyo’daki en sevdiğim yerlerden biri oldu. Etrafta çok fazla kalabalık olmaması da bunda etkiliydi. Yaklaşık 100.000 ağaçtan oluşan geniş bir ormanın içinde yer alan Meiji Tapınağı, Tokyo’nun modern gökdelenlerinden sıkıldığınızda gitmek için mükemmel bir yer. Burada gölgede dinlendirici bir gezintinin tadını çıkarabilir, doğayla bağlantı kurabilirsiniz. Tapınaktan çıkıp Yoyogi Parkına girdik. Kendimize oturacak bir yer bulup dinlenen ve telefonlarıyla oynayan Tokyolular arasına karıştık. 

blank
Meiji Tapınağı’ndan Yoyogi parkına giden yol.

Daha sonra Harajuku’da manga kültürünün canlı modelleriyle tanıştık. Takeshita-dori‘nin dar sokaklarında yürürken, benzersiz kıyafetler satan dükkanlar ve krep servis eden yerler gördük. Takeshita-dori’yi görmek eğlenceli olsa da çok fazla zaman geçirmek istenebilecek bir yer değildi.

Tokyo’ya fazla plan yapmadan geldik ama görmek ve yapmak istediklerimizden emindik. Bu nedenle ziyaretimiz verimli geçti. Şehri metroyla dolaşmak için çok zaman harcadık ama Japonları tanımanın en kestirme yollarından biri de zaten buydu. 

16. Gün – (14 Ekim) Narita

blank

Bugün Odaiba’da kaldığımız otelden ayrılıp Narita’ya taşındık. Yarın akşam bu havaalanından uçağımız var. Bugünü biraz dinlenerek ve alışveriş yaparak geçirdik. Tokyo’nun kalabalığına yarın son bir kez daha karışacağız. 

Bu şehrin sadece adını duymak baş döndürücü bir etki yapıyor. Tahminimden de hızlı bir ritmi var. Gökdelenler, dar sokaklar, kalabalık duraklar, koşturmaca, telaş, her yeri kaplayan neon ışıkları… Tokyo geçmişin, bugünün ve geleceğin mükemmel bir uyum içinde var olduğu bir şehir ama keşke bu kadar kalabalık olmasaydı? Ne okuduklarımıza ne de gördüğümüz diğer kentlere benziyordu. Dünyanın farklı şehirlerinde yaşadım, kalabalık nedir, trafik insanı nasıl çıldırtır bilirim ama burası başka bir diyar. Başka bir dünya Japonya. Gözümü kapasam bile üstüme gelen şehir nefesimi kesmeye, başımı döndürmeye devam ediyor. 

17. Gün – (15 Ekim) Japonya’ya veda

Bugün Japonya’daki son günümüz. Narita havaalanı yakınlarında kaldığımız Hilton’dan ayrılıp servis otobüsüyle havalimanına ulaştık. Bavullarımızı iki dolap kiralayıp bıraktık ve Tokyoya gittik. Şehir merkezine giderken Keisei Hattı‘nı kullandık. Tokyo gezi rehberlerinde Havaalani ile şehir merkezi arasındaki ulaşım için farklı seçeneklerin olduğunu Narita Express‘in en hızlı ulaşım yolu anlatılıyordu fakat Keisei Hattından pek bahseden olmamıştı. Bu hat diğerine göre biraz yavaştı, uğradığı durak sayısı fazlaydı ama diğer seçeneklerin yarı fiyatına yaklaşık 80 dakikada şehir merkezine gidilebiliyordu. 

Uçağımızın kalkış saati 22:30’du, yani Tokyo’da yeterince zaman geçirebilecektik. Önce Tokyo İstasyonuna uğradık. Tokyo İstasyonu Japonya’nın en işlek tren istasyonuymuş. Sadece bir ulaşım merkezi değil. Alışveriş ve yeme içme, müze ve konaklama dahil her türlü seçenek var burada. Bu istasyon sekiz yerel tren hattına, yedi Shinkansen hattına hizmet veren toplam 28 tren platformundan ve metro duraklarından oluşuyor. Yani bir yere gitmek için kaybolmayı göze alanların korkmadan uğraması gereken bir yer. Buraya girip doğru treni yakalayan yabancılar Japonya’da hayatta kalma sınavının önemli bir aşamasını da geride bırakıyor. Neyse ki bugün bu istasyondan bir yerlere gitme telaşımız yoktu. Binayı ve altında bulunan tünelleri gezip zaman harcadık. 1914’ten kalma kırmızı tuğlalı istasyon binası, otel, restoran ve sanat galerisi olarak hizmet sunuyor. İstasyonun karşı tarafı olan Yaesu gökdelenlerle çevrili bir bölge. İstasyonun yeraltı tünellerinde Japon mutfağının ilginç tadlarını sunan restoranlar var. Taze yapılmış noodle ve ramen seviyorsanız 42 nolu restorana gönül rahatlığıyla uğrayabilirsiniz.

blank

Sonraki durağımız Shinjuku. 17 günlük yorucu gezi programımızın en rahat saatlerini burada bir masaj salonunda geçirdik. Yaklaşık bir saatlik moladan sonra yeniden doğmuş gibiydik. Sokaklarda bir yere yetişmeden dolaştık. Kalabalık arasına karışıp kaybolmayı da göze alarak yürüdük. Nehirde akan yaprak misali akıntının bizi nereye götüreceğini bilmeden saatler geçirdik.

blank
Gelen geçene sataşan sanal kedi.

Bir ara Tokyo’nun sembollerinden biri olan 3 boyutlu dev kediyle karşılaştık. Bir binanın tepesinde yer alan bu reklam panosu özellikle kedi meraklıları için yapılmış ama zamanla binlerce parlak reklam panosu içinde herkesin en fazla dikkatini çekmeyi başaran tabela olmuş. Kedi bu reklamı da gerçeği kadar yaramaz ve arsız. Arada bir miyavlayıp kaldırımdan geçenlere bakıyor.

blank
Parkın adı Shinjuku Gyoen. Etraftaki tıklım tıklım sokaklardan çok farklı.

Shinjuku’nun baş döndüren kalabalığından uzaklaşmak isteyenler için yakında bir cennet var. Parkın adı Shinjuku Gyoen. Etraftaki tıklım tıklım sokaklardan çok farklı. Turnikelerden geçer geçmez huzurlu bir diyara adım attık. Tokyo’nun beton şehir manzarasından kaçış imkanı sunuyor. Bir zamanlar feodal bir lordun alanı olan bahçe, daha sonra imparatorluk ailesi, soylular ve davetli misafirler için imparatorluk bahçesi haline gelmiş. Yoyogi Parkı, İmparatorluk Sarayı ve diğer tapınak ve mabetler yeşil alanlar sunarken, hiçbiri 144 dönümlük devasa bir alanı kaplayan ve Tokyo’da ziyaret edilecek en iyi yerlerden biri olmaya devam eden Shinjuku Gyoen ile boy ölçüşemiyor. Bol bol yürüyüp, hiç acele etmeden zaman geçirdik. Sonbaharın büyüleyici tonları ağaçların yapraklarına yansımaya başlamıştı. Şiirsel manzara Japonya gezimizin de sonuna yaklaştığımızın da güzel bir hatırlatıcısı oldu.

Bugün zaman sanki diğer günlere göre daha hızlı geçti. Parka, Tokyo’ya, hatta Japonya’ya veda etme vakti yaklaşıyordu.

Havaalanına Keisei Hattıyla gittik. Bavullarımızı dolaptan alıp bilet işlemlerimizi yaptıktan sonra pasaport sırasını da geçip uçağımızın kapısına yöneldik. 

Japonya’da geçirdiğimiz süre boyunca kendimizi koşuşturmaya kaptırdık, tapınaklarda ve mabetlerde en az bir Budist kadar dileklerde bulunup dualar ettik. Metrolarında kaybolduk, trenlerinde omuz omuza yolculuklar yaptık. Ülkenin ritmine alışmıştık en azından beynimiz artık gördüklerimizi reddetmiyordu ama ayaklarımız? Onca günün yorgunluğuyla artık ayaklar verilen komutları yerine getiremeyecek kadar yorgundu.

Tezatlar uyum içinde

blank
İstasyon girişinde sıradan bir an

Eski tapınaklar, mistik mabetler, görkemli kaleler geleneksel güzelliği, büyük şehirlerin modern binalarıyla bozulmayan bir dengede buluşuyor Japonya. Tezatların iç içe yaşadığını burada gördük. Toplumun görünüşüyle iç dünyası arasındaki zıtlıkları anlamakta zorlandık. Burada birbirine zıt iki Japonya fikrine kapılmak çok kolay. Biri, neon ve yeni nesil teknolojinin hiper versiyonu. Diğeri ise Şinto’dan samuraylara kadar derin geleneklerin savunucusu. Örneğin Tokyo’nun hiç bitmeyecekmiş gibi görünen yayılma alanı bir harikaydı ama gizli tapınaklarda sessiz dileklerde bulunan mistik bir dünya da vardı gördüğümüz bu manzaranın içinde. Kyoto’nun antik tarihini gururla taşıdığına tanık olduk. Ama şehir merkezindeki kapsül otellere, hizmetçi kıyafetli çalışanların servis yaptığı kafelere ve pachinko salonlarına da ilginin büyük olduğunu gördük. Kentsel yayılmadan biraz uzakta, onsen banyoları, yükselen dağlar ve boş plajlar halkı modern yaşamın baskılarından uzaklaştırmaya çalışıyordu. 

blank
Cam kulelerden yansımalar

Zıtlıklarıyla ünlü karakteristik özelliklerini tanımak için burada uzun süre yaşamak gerekiyor. Son derece çekingen ama yeri geldiğinde saldırgan, çok nazik ama bazen kaba, hem sadık hem nankör, cesur ama korkak… Hepsi de Japon milletinin en belirgin özellikleri. Birbirine bu kadar zıt iki ruh halinin mutlu bir şekilde bir arada yaşaması ise kimsenin kolay kolay yanıt bulamadığı bir soru işareti.

Güzel hatıralarla ayrılıyoruz

blank
Bugün günlerden “Japonya’ya Veda” günü

Japonya’nın kilidini 17 günlük bir geziyle zaten çözemeyeceğimizi bilsek de ilk tanışmamızdan güzel hatıralarla ayrılıyoruz. Zamanımız olursa, gücümüz yeterse belki bir dahaki sefere tekrar uğrayacağız. Sadece Tokyo, Kyoto ve Osaka gibi büyük şehirlerde değil, Japonya’nın kırsal bölgelerinde de geleneksel ve modern harikayı barındıran yerleri keşfedeceğiz. Tarihi kasabaları gezmeye devam edeceğiz. Belki bir kaplıcada rahatlayacağız ya da Fuji Dağı’na tırmanacağız. Burası uçsuz bucaksız güzelliklerle dolu. Doğasını daha iyi tanıyacağız, kim bilir belki de kendi suşimizi saracağız. Bunların hepsi belki bir daha buraya tekrar gelirsek olacak. Belki…Ama bugün günlerden “Japonya’ya Veda” günü. Birazdan bineceğimiz uçak bizi evimize götürecek. Ara verdiğimiz hayat devam edecek. Keşke bu hayata daha fazla ara verebilsek. Böyle fırsatları daha sık yakalayabilsek. 

blank
Hiç tanımadığımız bir kültürle ilk temasımızda pek çok sürprizle karşılaştık.

Parktan ayrılıp Shinjuku istasyonuna geldik. Buradan Narita Havaalanına gidecek trene bindik. Hava kararmıştı, Tokyo bir başka ışıltılı geceye merhaba diyordu. Yol boyunca geçtiğimiz duraklarda herkes aynı telaşla bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. 17 gün önce Osaka havalimanına geldiğimiz günü hatırladım. Zaman ne kadar hızlı akmıştı. Günler birbirini kovaladı, gördüğümüz manzaralara her gün yenileri eklendi. 

Hiç tanımadığımız bir kültürle ilk temasımızda pek çok sürprizle karşılaştık. Kaybolduk, yorulduk, acıktık ama geldiğimize hiç pişman olmadık. Hayatımıza giren en ilginç mekanlarından biri oldu Japonya. Tapınakları, yemekleri ve insanlarıyla… Daha önce hiç karşılaşmadığımız davranışlarla… 

Başka ülkelerin, yabancı şehirlerin bizi her an şaşırtan sürprizlerine alışığız. Keşfedecek, görecek çok yer var ama bugün eve dönüyorum. Kyoto’nun bir Zen tapınağında karşıma çıkan o eski taştaki yazıyı hatırlıyorum: 

“Sadece hayattan memnun olmayı öğreniyorum”

Japonya İzlenimleri

Remzi Gokdag

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve dijital yayıncıdır. Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

Başka Şehirler
Önceki Yazı

Japonya izlenimleri

Sonraki Yazı

Önce Kyoto sonra Nara