Alplerin arasında, Mark Twain’in izinde

LUZERN -İsviçre’yi keşfetmek amacıyla başladığımız yolcuğun ilk durağı Luzern’di. Hedefimiz bu romantik kenti yakından tanıyıp Amerikalı yazar Mark Twain’in yaklaşık 130 yıl önce hayranlıkla izlediği ‘Luzern’in Aslanı’nı anıtını bulmaktı. Zürih’in yaklaşık 50 kilometre güneyindeki kente bir saatlik tren yolculuğundan sonra ulaştık.

İstasyondan çıkıp kent merkezine doğru yürürken karşılaştığımız manzara kent hakkında söylenenleri doğruluyordu. Çarşaf gibi bir gölün kıyısından yükselen Alpler, Ortaçağ mimarisinin sembolleri, dar sokakların bağlandığı küçük meydanlar, şirin apartmanlar, temiz caddeler ve yemyeşil dokusuyla İsviçre’nin tamamını bu kentte görmek mümkün. Turistlere sunulabilecek bütün sürprizler Luzern’in dar sokakları ve köprülerinde mevcut. İkram ettiği görsel şölenle yetinmeyen kent, İsviçre’nin disiplin ve düzenini de turistlere armağan ediyor. Bütün bunlara beş yıldızlı turistik altyapısı da eklendiğinde Luzern rahatlıkla İsviçre’nin turizm cenneti sıfatını hak ediyor. Çevredeki yüksek dağlar uçak seferlerine engel oluyor. Kentin tek olumsuz yanı havaalanının olmayışı, ancak düzenli ve sık tren seferleri bu eksikliği fazla hissettirmiyor.

Kente adını veren Luzern Gölü, İsviçre’nin en çok ziyaret edilen doğal güzelliklerinden biri olarak kabul ediliyor. Alplerin gölgesindeki gölü keşfetmenin en iyi yolu özel tekne turları. Her saat başı hareket eden ve bazıları buharla çalışan tekneler gölün farklı köşelerine uğrayıp gizli cennetin kapılarını aralıyor.

Luzern’in Aslanı’nı aramak için başladığımız yürüyüşün ilk dakikalarında Avrupa’nın en eski ahşap köprüsü Kappelbrucke ile karşılaştık. Kenti ikiye bölen Reuss Nehri’ndeki bu garip köprünün yosunlu ahşap ayakları kadar kent tarihinin resimlerle anlatıldığı tavanı da ilgi çekici. Köprü, aynı zamanda Luzern’in simgesi olan ve nehrin ortasında yükselen Ortaçağ kulesine de ulaşmanın tek yolu. Bir zamanlar hapisane olarak kullanılan bu kule günümüzde Luzern’in en çok fotoğrafı çekilen yapısı olarak da biliniyor. Köprüyü benzerlerinden ayıran en önemli özelliği ise konumu. Bu yapıyı inşa edenler her iki yakayı kestirme yoldan geçmek yerine 45 derecelik bir açıyla yolu uzatmayı tercih etmiş. Boğaz köprüsünün bir ayağının Bebek’te diğerinin Üsküdar’da olması gibi birşey. Köprüyü gören turistlerin ilk tepkisi ‘İnşa edenlerin bir bildiği vardır’ şeklinde oluyor. Ama bu ilginç durumu kentin yerlileri dahil kimse açıklayamıyor.

Luzern’in Aslanı’na doğru ilerlerken kenti çevreleyen bir duvar ve kuleler dikkatimizi çekiyor. 14. yüzyılda inşa edilen ve eski kenti koruyan yüksek duvarı 9 kule birbirine bağlıyor. Bu kulelerden üçü ziyarete açık. Luzern’i tepeden seyretmek isteyenlerin vazgeçemeyeceği bir fırsat…

2 saatlik yürüyüşten sonra nihayet Luzern’in Aslanı’na ulaştık. 130 yıl önce Mark Twain’in yolu Luzern’e düştüğünde ona bu anıtı göstermek istemişler. Herkesin heyecanla bahsettiği anıtı gören Twain, Avrupa seyahatini yazdığı kitabında anıtı dünyanın en hüzünlü kaya parçası olarak yorumlamış. Doğal bir kaya parçası oyularak oluşturulan anıt, Danimarkalı heykeltraş Bertel Thorwaldsen tarafından 1820’de yapılmış. Kırık bir mızrak ve koruma kalkanı üzerinde uzanan aslan Fransız Devrimi sırasında Kral 16. Lui’yi korumakla görevli 42 İsviçreli muhafızın sarayı işgal eden halk tarafından linç edilmesi anısına yapılmış. Aslanın yüzünde ölüm uykusuna dalan bir hükümdarın ifadesi var. Bu eseri gördükten sonra Mark Twain ile aynı duyguları paylaşmamak mümkün değil.

Luzern Fotoğrafları

( Bu yazı 05 Temmuz 2009 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.)

060709_mark

cumh090705

Remzi Gokdag

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve dijital yayıncıdır. Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

Başka Şehirler
Önceki Yazı

Saat gibi işleyen bir kent: Zürih

Sonraki Yazı

Şarap tadında bir yolculuk