Bir hukuk davasının belgesel öyküsü

31/10/1993

Gökkafes haberi suç değil

Aşağıda okuyacağınız yazı 31 Ekim 1993 tarihinde Oktay Ekinci imzasıyla Cumhuriyet Dergi’de yayınlandı. O dönemde Mimarlar Odası’yla birlikte yaptığımız mücadelede bina sahipleri bana ve Cumhuriyet Gazetesi’ne dava açmıştı. O günlerde rekor bir tazminat talebinde (dönemin rakamıyla 2 milyar lira) bulundular. Davayı kaybettiler ama binalarını hizmete açmayı başardılar. Oktay Ekinci bu süreci en ince detaylarıyla bilen ve mücadelemize en büyük desteği sağlayan bir kişiydi. Süreci baştan sona bire bir yaşadı. Onun bu yazısı tarihe düşülen bir not niteliğindedir.

Oktay Ekinci“Görsel ve yazılı basının değerli temsilcileri. Bugün sizlere, “İstanbul’un bağrına saplanmış hançerler” diye değerlendirdiğimiz gökdelenlerden birisi olan Dolmabahçe’deki Süzer binası ile ilgili olarak bir müjde vermek istiyorum. Büyükşehir Belediye Meclisimiz, Taksim Turizm ve Ticaret Merkezi ile ilgili bir karar almış ve tek imza ile 134 metreye çıkarılan seviyeyi 24.50 metreye düşürmüştür. Belediye Meclisimizin bu kararı, Bayındırlık İskan Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı’nca da onaylanarak, kesinleşmiştir…”

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen, 26 Kasım 1992‘de düzenlediği basın toplantısındaki konuşma metninde kamuoyuna bu “müjdeyi” verirken, İstanbul 3. Asliye, Hukuk Mahkemesi’nde de ilginç bir dava başlıyordu.

1980 öncesindeki planlarda kentin en önemli yeşil alanlarından biri olarak ayrılan Dolmabahçe yamaçlarına 44 katlı bir gökdelen dikmeye başlayan Süzer, Cumhuriyet gazetesi ve Mimarlar Odası aleyhine 2 milyarlık tazminat davası açmış, gerekçesini ise şu savlara dayandırmıştı:

  • 1-“Gökkafes” adlı bina, Bakanlar Kurulu kararı ile “Turizm Merkezi” olarak ilan edilen parselinde, Turizm Bakanlığı ile Belediye’nin onayladığı imar planı ve projelere göre inşa edilen, ayrıca “çağın gereği” olarak da yüksek tutulan bir binaydı. Mimarlar odası bu “yasal” ve “çağdaş” binaya “beton canavar, kentsel cinayet” vb. gibi “çirkin ve yakışıksız” suçlamalarda bulunarak, mal sahibi şirketi “kamuoyunda aşağılamak, küçük düşürmek gayesi” gütmüştü. Cumhuriyet gazetesi de Oda’nın bu görüşlerini kamuoyuna yansıtarak, “haksız fiil” niteliğinde yayın yapmıştı. O nedenle, her iki kurum da “ticari itibarlarını zedeledikleri” Süzer şirketine 1 milyar lira “manevi tazminat” ödemeliydiler…
  • 2-Yine, gerek Mimar Odası’nca Gökkafes’e karşı sürdürülen kampanya nedeniyle, gerekse Cumhuriyet gazetesinde binayı eleştiren yayımlanın sürmesi sonucu, gökdelenin 44 katından 3 tanesini satın almak isteyen bir firma, daha sonra “vazgeçmiş”; böylece Süzer, bu alışverişin gerçekleşmemesi yüzünden büyük zarara girmişti. O nedenle de her iki kurum, “Süzer’in kazancına engel oldukları için ayrıca 1 milyar lira “maddi tazminat” ödemeliydiler…

İşte bu savlarla 28 Ekim 1992 tarihinde açılan ve hukuk tarihinde belki de ilk kez, bir kentin değerlerini korumak için çaba gösterenlerin tazminat tehdidi” ile karşılaştıkları dava, tarafların karşılıklı suçlama ve savunmalarıyla başlamış oldu.

Ve yine belki de ilk kez, bir kente ve o kent halkına karşı açıkça suç işleyerek, bir yeşil alan üzerinde “ayrıcalıklı imar hakkıyla” gökdelen inşa edenler “davacı”; buna karşın böylesi bir çevre cinayetinin durdurulması için çaba gösteren ve “ilgilileri uyaranlar” ise “davalı” oluyorlardı…

Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Özgen Acar, “Tazminat Terörü” başlıklı yazısında, gazetenin bu davayla ilgili görüşünü okurlara şöyle aktarmıştı:

“Yasadışılık çizgisinde bulunan ya da bireysel çıkarlarını toplumsal değerlerin önüne koymak isteyen bazı kişi ya da kurumların, basın aleyhinde tazminat davaları açmaları son günlerin modası… Dolmabahçe sırtlarında yükselen bir cam kafes bina olayını belgelere dayanarak okurlara duyurdunuz mu yandınız… Cumhuriyet hakkında, Mimarlar Odası ile birlikte tazminat davaları açılmıştır. Hem de iki milyar lira gibi rekor bir istemle… Amaç, gazetelere gözdağı vermektir… “Tazminat Terörü” yaratarak basını susturmaktır…” (16 Kasım 1992)

Diğer “davalı” Mimarlar Odası da mahkemeye sunduğu “savunma” dilekçesinde, şehircilik bilimine, kamu yararına ve İstanbul kentsel değerlerine aykırı görülen bir yapıyı eleştirmenin ve inşasını önlemek için girişimlerde bulunmanın “mesleki ve kurumsal görevi” olduğunu ayrıntılarıyla açıklamış: davaya konu olan belgeler arasındaki, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve tüm bakanlara gönderdiği yazıda ise şunları vurgulamıştı:

“Tarihsel kentimizde ikinci bir Park Otel faciasına yol açacağı tüm uzman kuruluşlarca ve Oda’mızca da dile getirilmiş olan bu proje, İstanbul’un Dolmabahçe bölgesindeki tarihsel ve doğal peyzajım yok edeceği gibi, yöredeki teknik ve sosyal altyapıya da çözümü olmayan bir tıkanıklık getirecektir… Bu nedenlerle, böyle bir gökdelene olanak sağlayan 13/8/1984 günlü Bakanlar Kurulu Kararıyla “turizm merkezi” ilan edilen Süzer’in Gökkafes adlı binasının yapılmak istendiği alanın, yeni bir Bakanlar kurulu Kararıyla turizm merkezi olmaktan çıkartılması ve böylece, yakın geçmişte İstanbul’a yönelik işlenen kentsel suçlardan çok önemli birine hükümetinizce “dur” denilmesini arzu ediyoruz…”

İlk soruşturma “hakaret” üzerine

Süzer’in açtığı dava, henüz “hazırlık soruşturması” aşamasındayken, Cumhuriyet gazetesi ile Mimarlar Odası’nın ilgili ve sorumlu kişileri, 1992 yılı aralık ayında “sanık” olarak savcılığa ifade vermeye çağrıldılar.

“Sanıklar” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosu’nda savcının huzuruna çıktıklarında, Süzer’in sadece “tazminat terörü” ile yetinmediğini, ayrıca Gökkafes’e “beton canavar” denildiği için “kendisine hakaret” edildiği gerekçesiyle de “şikâyetçi olduğunu” anladılar.

Bu şikayet üzerine, “5680 sayılı Kanunun 30. maddesine muhalefetten”, yani kişiye hakaret suçundan sanık olan gazete ve Oda yetkilileri, tazminat davasındaki “savunmalarını” Cumhuriyet Savcısı’na da verdiler. Savcının “kamu adına” yönelttiği soruları, yine “kamu yararını gözeterek ve kamu görevi bilinci içinde” davrandıklarını anlatarak yanıtladılar.

Böylece, hemen aynı günlerde, bir yandan Süzer’in gökdelen inşaatının sesleri Dolmabahçe sırtlarında “özgürce” yankılanırken, öbür yandan Adliye’deki soruşturma odasından da ifadelerin yazıldığı daktilo sesleri duyuluyordu. Sonunda, savcının kanaati de Gökkafes’i eleştirmek ve eleştirileri kamuoyuna duyurmakla “hakaret suçunun teşekkül etmediği” yönünde olmuş soruşturma sonucunda verilen 31.12.1992 günlü “takipsizlik kararı” şöyle noktalanmıştı:

“Zikredilen sebeplerle Cumhuriyet gazetesinin yazı işleri müdürü Füsun Özbilgen, aynı gazetenin muhabiri Remzi Gökdağ ve sanık Oktay Ekinci hakkında amme adına takibata mahal olmadığına… CMUK’nun 164. ve 165. maddeleri uyarınca karar verildi.”

Ve tazminat davasında da “ret” kararı

“Sanıklar” böylece savcılık tarafından aklanırken “davalı” olarak yargılandıkları tazminat davasının ilk duruşması ise 18 Aralık 1992 günü yapılmış. “sosyal ve ekonomik durumlarının araştırılması için, ikinci duruşma 20 gün sonraya ertelenmişti.

Böylece başlayan ve bir yıla yakın süren yargılamanın ardından, İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesi 30 Eylül 1993 tarihinde, “yerinde görülmeyen ve sabit olmayan davanın reddine” kararını verdi. Mahkeme, 1993/351 no.lu karanını uzun ve ayrıntılı bir gerekçeyle açıklıyor, karar metninde şu ifadelere yer veriyordu:

“Şehirci H. Prost’un hazırladığı İstanbul Planı’nda üç büyük parktan biri olarak gösterilen Maçka-Gümüşsuyu Dolmabahçe üçgenindeki vadinin, sonraki şehir planlarında da yeşil alan olarak korunmaya çalışıldığı…”

“Mimarlar Odası’nın, bu taşınmazda yapılması tasarlanan yapının bittikten sonra alacağı biçimi gözeterek, bu yapının şehircilik bilimi ve sanatı açısından İstanbul’a zarar vereceği, kentsel çevre açısından kötü bir örnek olacağımı savunduğu ve bu nedenlerle bu yapının yapılmaması için gerekli gördüğü idari başvuruları ve açıklamaları yaptığı ve yapmaya devam edeceği…”

“Cumhuriyet gazetesindeki yazılarım güncel ve gerçek birer haber olarak kamuoyunu aydınlatmak ve kamu yaran gayesi ile neşredildiği, kasıt unsuru bulunmadığını…”

“Türkiye’nin tarihi, coğrafi, turistik öneme haiz doğal ve fiziksel güzelliklerini kapsayan ve dünyada da büyük ve güzel şehirlerin ilk sıralarında gelen İstanbul’un doğal ve fiziki yapısını ve görünümünün daha fazla bozulmaması, yeşil alanları azalmaması, yeterince sıkıntı yaratan altyapı hizmetlerinin daha da kötüye gitmemesi gayesi ile davalı Oda’nın bu bina nedeniyle yaptığı çalışmaları yasadan kaynaklanan hakkın, kamu yararı nedeni ile icrasından ibaret görülüp kasıt ve haksız fil unsuru görülmediğinden ayrıca davalıların sahip ve mensubu oldukları gazetedeki neşriyatın da Anayasa ve yasalardan kaynaklanan, mesleki ve yasal görev icabı kamu yararına yönelik olması karşısında dava yerinde görülmemiştir…”

Şimdi “sanık” kimler?

İstanbul 3. No.lu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 30.09.1993 gün ve 1993/351 sayılı kararı, çıkarcı kesimlerin, kente ve çevreye sahip çıkanların üzerinde kurmak istedikleri baskılara karşı “hukuksal güvencenin” önemli bir belgesi olma niteliğini taşıyor.

Gökkafes’ten ötürü koskoca bir tarihsel kent açıkça zarar görürken ve bu zarar, inşaatın her yükselen katıyla daha da katmerleşirken, binaya karşı çıkılmasından ötürü “kişisel zarara” uğradığını ve bu nedenle tazminat isteme hakkını kendinde görebilen bireyci anlayışlara, hukukun verdiği anlamlı bir yanıt oluyor. Süzer’in tazminat davası, “temyiz hakkı” ile birlikte şimdilik böyle sonuçlanırken, bu davayla birlikte açığa çıkan bazı konuların da artık “gecikilmeden soruşturulması gerekiyor. Bunları, ilgili ve yetkili tüm “adli” ve “idari” kurumların bir kez daha bilgilerine sunalım:

1) Binanın kat adedi, Belediye ve Bakanlıkça onaylı planlarda 8 kata inmişken ve bu nedenle inşaat, “8 katlı yeni bir projeyle ruhsat alınıncaya dek” mühürlenmişken, herkesin gözü önünde bu inşaat nasıl hâlâ “kaçak olarak” devam edebiliyor? Acaba, “sanık” kimler?

2) Bakanlar Kurulu bu arsayı, “otel yapılsın ve ülkeye döviz gelsin” diyerek turizm merkezi yapmış. Oysa dikilmek istenen gökdelenin sadece % 18’i turizme ayrılmış: gerisi ise “iş merkezi”. Yani, aslında kocaman bir “işhanı”.

Bu proje, bu niteliğiyle, devleti “turizm” diye kandırıp, o nedenle özel ve ayrıcalıklı imar iznini koparıp, ardından iş merkezi kurarak, bir tür “suiistimal” içermiyor mu? Bu kandırmacada da acaba “sanık” kimler?

3) Süzer, “binanın 3 katını satamadığından” şikayetçi ve bu nedenle tazminat istedi. Bir otelin üç katı satılamayacağına göre, “turizm merkezi” hakkıyla inşa ettiği binada “yap-satçılık” yaparak, “kamu yararı” adına elde ettiği bir tartışmalı imar iznini doğrudan “kişisel çıkarı” için kullanmış olmuyor mu? Bakanlar Kurulu, iş merkezi inşa edip katlarını satmak isteyen her müteahhide, böylesi bir yüksek imar hakkı tanıyabilir mi? Bu uygulamanın adı, “turizmi teşvik” olabilir mi? Acaba, bu alışverişte de “sanık” kimler?..

Görülüyor ki Gökkafes, sadece görsel açıdan değil, kente ve topluma karşı sorumluluklar açısından da bir “çirkinlik abidesi” olarak yükseliyor.

Zaten, kent yağması ne zaman güzellik yaratabilmiş ki?

31 Ekim 1993 Cumhuriyet Dergi Sayı: 397

Remzi Gokdag

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve dijital yayıncıdır. Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

Başka Şehirler
Önceki Yazı

Gökkafes’in sahibinin açtığı dava reddedildi

Sonraki Yazı

Bir hukuk davasının belgesel öyküsü