Aydın Boysan: Bir İstanbul beyefendisi

06/01/2018

Remzi Gökdağ – Eski İstanbul’u çoktan unuttuğumuz şu günlerde eski İstanbullu bir beyefendiyi daha kaybettik. Renkli kişiliği ile tanınan mimar ve gazeteci Aydın Boysan 97 yaşında yaşamını yitirdi.

O bizim için her zaman bir ağabeydi. Anıları hayatımızı renklendirdi, sohbetleri hep gülümsetti.

“Onun ölümüyle bir sayfa kapandı” derler ya, işte bu söz dün anlamını buldu. Artık Çiçek Pasajı’ndaki Cuma sohbetleri onsuz olacak, Narlıkapı Çıkmazı’nı kimse anlatamayacak, 80 yaşındaki arkadaşlarına kimse “gençliğinin kıymetini bil” diyemeyecek.

Masasında bulunma keyfi

Cumhuriyet’te çalıştığım yıllarda Aydın Boysan ile zaman zaman sohbet etmiştik. Park Otel mücadelemizde elimizden tuttu, bize yol yordam gösterdi. Sonra kendi dünyasına çekildi. Arkadaş grubuyla haftalık toplantıları devam etse de eskisi kadar aktif olmadı.

Sevgili İstanbul kitabı için görüştüğüm 20 kişiden biri de Aydın Boysan’dı. Onu bulmak zor olmadı. Her zamanki mekanında Çiçek Pasajı’nda Bayram’ın yerinde dostlarıyla sohbet ediyordu. Masasına konuk olup eski İstanbul’u bir de onun anılarıyla hatırlamak benim için unutulmaz bir andı.

Çiçek Pasajı İstanbul’un tarihinde önemli bir yere sahipti ama bu mekanın Aydın Boysan’ın hayatındaki yeri de çok özeldi.

Cihat Burak’la, Selahattin Pınar’la burada sırlarını paylaşmıştı. Onlar demlenirken Degüstasyon’un garsonları Koço ve Niko masaların arasında gidip gelirdi.

O günler çok gerilerde kaldı ama Aydın Boysan’ın Çiçek Pasajı muhabbetleri düne kadar aralıksız devam etti.

Sahada uygulamalı araştırmaya başlayamadık

Bayram’ın yerinde Cuma sohbetindeyiz. Arif Keskiner anlatıyor, yanında Safa Önal, Nuri Bilge Zobu ve ben dinliyoruz.

Eski İstanbul sohbetimiz Çiçek Pasajı’ndaki geleneksel Cuma buluşmalarından birine denk gelmişti. Masada “Cuma ekibi” yerini almış, harekete çoktan geçmişlerdi. Her biri efsane isimlerden oluşan bu ekipte o gün Safa Önal, Arif Keskiner, Nuri Bilge Zobu ve Burak Boysan vardı. Bu isimlerin ortasında unutulmaz bir sohbete tanık oldum.

Aydın Boysan eski İstanbul’u anlattıkça efkarlandı, efkarlandıkça da eli rakı kadehine uzandı. Kentin bugünkü halini tanıyamadığını söyledi. Çocukluk komşularını birer birer sayarken bugünkü komşularını tanımamasını  sorguladı. Cevabını da şöyle ekledi: “Bu durum toplumun birbirinden kopuşudur.”

Sohbetimiz bittiğinde yeniden buluşmak üzere sözleştik. Masabaşı sohbetimizi bir de “sahada” uygulamalı araştırmayla tamamlamamız gerektiğini söylemişti. Beni Narlıkapı Çıkmazı’na davet etti. “Dönüşte de Aksaray’dan geçeriz, orayı da anlatırım sana. Aksaray’ın eski halini duyunca kulaklarına inanamayacaksın” dedi.

Çiçek Pasajı’ndan çıkıp İstiklal Caddesi’nde yürümeye başladığımda onun az önce gür sesiyle söylediği şu sözleri tekrar düşündüm: “Dünyaya yeniden gelsem bütün belalarıyla yine İstanbul’da yaşamak isterim…”

9 Ocak 2015 günü Çiçek Pasajı buluşmamızdan sonra onu bir daha göremedim. Sözleştiğimiz gibi sohbetimizi masada değil sahada yapamadık.

Artık Narlıkapı Çıkmazı’na bir yolculuk şart oldu. Onun selamını ileteceğim. Samatya’nın dar sokaklarında Aydın Abi için yürüyeceğim.

Eski İstanbul’u bir de ondan dinleyin

Aydın Boysan’la yaptığım uzun sohbet 2015’in sonunda yayınlanan Sevgili İstanbul adlı kitabımda yer aldı. Bu sohbetten bazı alıntıları tekrar hatırlatmakta fayda var…

“Bir zamanlar İstanbul’un nufusu 600 bindi. Şişli’den Boğaziçi’ne doğru yola çıktığımızda bir anda ıssız yerlerde bulurduk kendimizi.”

“Eskiden insanlar birbirine yakındı. Hayat mahallede yaşanırdı. Sevinçlerimizi, hüzünlerimizi, bayramlarımızı, hastalıklarımızı birlikte yaşardık. Mahallede yaşayanlar birbirlerini tanırdı. Tanımayanların da göz aşinalığı vardı, selamlaşırlardı.”

“Dünyanın pekçok kentini gördüm ama bunların hangisi İstanbul’a benzer sorusunun yanıtı zor. Başka kentleri İstanbul’la kıyaslamak doğru olmaz. 5 kıtada bulundum ama İstanbul dışında bir yerde yaşamayı düşünmedim. Çünkü yaşadığım yerden şikayetçi değilim.”

“İstanbul 1950’ye kadar bir milyonu geçmemiş nüfusuyla ölçülü bir şehirdi. Bir impartorluk merkeziydi. Şehir yapısı sur içi denilen bölgedeydi. Sur dışında da ve Boğaziçi’nde köyler vardı. Bunlar birbirinden kopuk köylerdi. Ancak denizden vapurlarla ve kayıklarla ulaşılırdı. Karayolu diye bir şey yoktu. Sonraları medeniyete atılmış kazıklı yollar yapıldı.”

“Aksaray İstanbul’un kenar mahallesiydi. Bugünkü haline bakıp kavrayamazsınız ne demek istediğimi. O günlerde yaşamak gerekir bu sözü anlamak için. İstanbul’un merkezi Beyoğlu’nda Cadde’i Kebir, Suriçi’nde de Beyazıt’tı. Beyazıt’ta orta sınıf aileler yaşardı. Laleli’de Tayyare Apartmanları vardı. Yangından kurtarılanlar için yapılmıştı. İstanbul’un ilk toplu konut projesi de diyebiliriz o binaya.”

“Hafız Burhan Turan Tiyatrosu’nda tek başına şarkı söylerdi. Muhteşem bir sesi vardı, usül bilirdi. Orada Çinli cambazları seyretmiştik. Üç film, Çinli cambazlar, kanto derken beş saati bulurdu haftasonu eğlencemiz.”

“Ben bu İstanbul’u tanıyamıyorum. Her tarafı değişti. Hiçbir yer aynı kalmadı. Bu durumdan rahatsızım. İstanbul’da iyi anlamda tek değişim rakıların daha güzelleşmesi oldu.”

Remzi Gokdag

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve dijital yayıncıdır. Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı kitaplarının yazarıdır.

BAŞKA ŞEHİRLER

Efsane isimlerin izinde gizemli yolculuklar

Sevgili İstanbul

Eski İstanbul'dan anılar, gerçek hayat hikayeleri

AMERİKAN MEDYASINDA 11 EYLÜL

11 Eylül saldırıları ve Amerikan medyasının olaya yaklaşımı

PARK OTEL OLAYI

Bütün ayrıntılarıyla Park Otel mücadelesi...
Önceki Yazı

Hemingway’in izinde Cafe Iruna

Sonraki Yazı

Gazeteci